Siyasetçi, "Şunu, şunu yaptım ve çok iyi yaptım" diye kasım kasım kasılır; medya ise "Hadi oradan" deyip "Onu yapmadın, bunu ise hiç yapamadın" diye yerden yere vurur onu. Dünyanın hemen her yerinde böyledir bu. Yürütmenin, "Yoğurdum kara" demesi nasıl beklenemezse; denetim görevini ifa eden medyadan da onu pohpohlaması istenemez. İcra makamının "yaptım"; halkın avukatı olan medyanın "yapmadın" demesi biraz abartılı olur hatta; kaçış yok bundan. İşin tabiatı böyle çünkü. İş yapan icraatını anlatırken, hatalarını gizleme cihetine gitmeyi tercih eder. Denetleyen ise halının altına bakar evvel emirde. Dolayısıyla tarafların uzlaşması pek mümkün değildir. Medya asla, "O kadar kusur kadı kızında da olur" diyemez. Yok böyle bir lüksü. Halkın avukatlığı ihmalin ve kusurun üzerine gitmekle olur çünkü. Ha, kadı kızının hakkını vermek de lazım gelmez mi? Elbette ki lazım! Çalışan, doğru iş yapan bir hükümetin hakkını teslim etmek; onu takdir etmekten daha güzel ne olabilir ki? Marifet iltifata tâbi. De... bunu medyanın yapması şık olmaz. Bir de tersi var bunun. Yaptığı halde yapmadı demek! O da abesle iştigal tabii ama konumuz o olmadığı için hiç girmiyorum o mevzua. Şayet orta yolun bulunması ve sistemin ayakta kalması isteniyorsa; bu işi yapması gereken STK'ların olması lazım. Adres medya değil yani. Türkiye, şayet kriz yaşıyorsa; sahip olduğu rejiminin iyiliğinden veya kötülüğünden çok, sivil inisiyatifinin olmamasından dolayı yaşıyor bu krizi. Bazen rejim inkıtalara uğruyorsa, yine bu sebepten uğruyor. Türkiye maalesef STK fakiri bir ülke. Meydan sık sık toz duman oluyor dolayısıyla!.. STK'nın en önemli rolü, dediğim gibi sistemin saat gibi çalışmasını temin etmekte görülüyor. Kah her iki tarafı da ikaz eder; kah birine karşı diğerini savunur; kah birinin yanında olup diğerine sopa gösterir ve neticede dengeyi kurar. Eli taşın altında olan o çünkü. Hükümetin yanlış bir kararı ilk önce onun temsil ettiği kitleleri etkilemeyecek mi netice itibariyle? O halde, STK'nın müdahalesi hem doğru, hem de yerinde bir davranış olur. Sivil toplum örgütü derken "Okul Aile Birliği" veya "Kanarya Sevenler Derneği"ni kast etmiyorum tabii. İş adamlarının, sosyologların, psikologların, doktorların, hukukçuların, mali müşavirlerin, çevrecilerin... hasılı meslekî teşekküllerin temsil edildiği gerçek sivil toplum kuruluşlarından bahsediyorum ben. Türkiye maalesef sivil toplum kuruluşları yönünden çok fakir bir ülke. Dolayısıyla bazen siyasetçi öne çıkıyor, bazen de medya. Ara boş. Tarafların sözleri fazla yankı buluyor bu boşlukta ve haliyle itici oluyor. Şayet arada güçlü STK'lar olmuş olsa bunların hiçbirisi yaşanmaz. STK'lar izolasyon görevi yapar. Onların fonksiyonu bu çünkü. Siyasetçi kim? Kamuoyu adına iş yapan değil mi? Medya ne? O da kamuoyu adına iş yapan siyasetçiyi denetleyen. Sivil toplum kuruluşları (STK) ise bilgisi ve ortaya koyduğu sinerji ile toplumun çeşitli kesimlerini çatısı altına toplayan ve onlara sınıf atlatan kurum. Tanıtım medyanın işi değil "E, canım! Medya, hükümetin iyi taraflarını bari yazsın. Düşman değil ya!" denilebilir. İlk bakışta mantıklı da görünür bu tez ama kazın ayağı öyle değil. Hükümetlerin propaganda yapmaları için onlara servis veren onlarca, hatta yüzlerce sektör var. Medya hariç! Halkla ilişkiler mesela. Siyasetçinin fazla itibar etmediği bir hizmet sektörü halkla ilişkiler ama gelişmiş ülkeler bu sektörü kullanan siyasetçilerle dolu. Afiş, bilboard, miting, halkın içine inmek... bunların hepsi siyasetçinin yaptıklarını anlatmalarına fırsat veren birer araç. Bir tek medya bunu yapamaz. Çünkü, böyle bir görevi yok. Buna rağmen yaparsa, ucunda bir menfaat olduğu akla gelir hemen. AB sürecinin neresindeyiz belli değil şu günlerde ama Avrupa Birliği'nin en fazla üzerinde durduğu mevhum belki de sivil toplum kuruluşlarıydı. Ne olursa olsun Türkiye'nin STK konusuna önem vermesi gerekiyor. Şayet Türkiye'nin güçlü bir konuma gelmesi isteniyor ve sınıf atlayıp süper devletler arasına girmesi düşünülüyorsa bunun yolu STK'lardan geçer. Medyayı eleştirmekle olmaz bu iş!