Tarım, Türkiye'nin olmazsa olmazı, bu kesin. 70 milyon nüfusun beslenmesi için lazım bir kere. Hele ticarî boyutu? O daha da önemli. Türkiye tamı tamına 1 trilyon dolarlık bir gıda pazarının orta yerinde duruyor çünkü. İklim müsait. Toprak verimli. Su var. Güneş var. Eee, neden 25-30 milyar dolarlık bir ihracatı olmasın? Bırakın ihracatı, kendini beslemekten aciz!.. Çin, dünyanın en büyük sebze üreticisi. Onun hemen ardından Rusya geliyor. AB ve ABD var bir de. Fakat, bütün bunlar Türkiye'nin ihracat şansına gölge düşürmüyor. Türkiye bazı ürünlerde birinci sırada, birçok üründe de ya 3'üncü ya 5'inci. Hele kurutulmuş sebze konusunda; müthiş bir potansiyel söz konusu. Ayrıca, birçok meyvenin ilk üretildiği yer Anadolu. Orijini Türkiye yani. Buna rağmen Türkiye neden ihracatta başarılı olamıyor? Girdi maliyetleri pahalı. Üstüne üstlük doğru dürüst stoklama ve pazarlama da yapılmıyor! Modern bir soğuk hava deposu dahi yok. Uydur kaydır şeyler çoğu. Hâl böyle olunca gıda güvenliği de olmuyor tabii, kalite garantisi de!.. İşin sevinilecek bir yanı varsa, o da şu: Türkiye'de tarım hepten de ihmal edilmiş değil. Bazı gayretler var. En başta Tarım ve Köyişleri Bakanlığı'nda. Aydın'da Tarım ve Köyişleri Bakanlığı Müsteşar Yardımcısı Ferhat Şelli ile yaptığım sohbetten sonra daha bir pekişti bende bu kanaat. Bakanlığın ismi, Tarım ve Gıda Bakanlığı oluyor ki, bu önemli bir gelişme. Gıda güvenliği yoksa tarımdan söz etmenin ne kıymeti var? Gıdanın bir muhatabının olması şarttı, oluyor işte. Türk insanı da sağlıklı gıda yeme imkânına kavuşuyor böylelikle. Bu gelişme bunun işareti. Tarım ürünlerinde kalıntı meselesi tehlikeli bir boyuttaydı. İlaçların reçete ile satılması mecburiyetiyle birlikte bu tehlike asgariye indi. Ayrıca, zirai ilaç satan bayi meselesi vardı bir de. O da halloldu. İmtihandan geçip sertifika almayan bayi ilaç satamayacak artık. Kalıntı tespit edildi, diyelim. Geriye dönüp o sebzeyi üreten ve ilacı veren bayie anında ulaşma imkânı doğuyor. Bu da hesap sorulacağı anlamına geliyor tabii. Ayrıca, tarımda popülist politikalar devri de kapanıyor. Onun yerini rekabete dayalı, kalıcı politikalar alıyor. Teşvik mesela. Çiftçi, her türlü desteği alabilecek, yeter ki yaptığı işin katma değeri olsun. Çiftçinin zirai danışmana ödediği ücretin yüzde 75'i Bakanlık tarafından karşılanıyor. Maksat, çiftçi bilgilensin. Hele havza bazlı destekler... 2010'da devreye giriyor bu uygulama ama olsun. İyi bir şey. Türkiye 30 havzaya bölünmüş. Hangi havza hangi ürüne müsait, hepsi belli. Tarım Bakanlığı 16 ürüne destek veriyor. Bunların bir kısmı yeterli üretim olmadığı için ithal edilen, bir kısmı da ihraç şansı yüksek ürün. Bu sayı azalabileceği gibi çoğalabilir de. Ferhat Şelli, farklı yapıda bir bürokrat; her şeyden önce işini seviyor. O anlattı ben dinledim. Onun heyecanı bana da geçti. İyi şeyler yapmak istiyor. Ayrıca, tek de değil. Tarım Bakanlığı'nda aynı heyecanı paylaşan bir ekip olduğunu biliyorum. Ancak, bu heyecanın Ankara dışına taşınması zaman alacaktır, bu kesin. 81 ilin her birinde en az 10-15 Ferhat Şelli olmalı ki, bu proje başarılı ve kalıcı olsun.