Ülkeler birer canlı organizmalardır ve bu ülkeleri meydana getiren sayısız organlar vardır. Her birisinin ayrı görevi vardır bu organların. Siyasi, iktisadi ve sosyal alanda rol kesen siyasetçiler, gönüllü kuruluşlar, sanatçılar, yazar-çizerler ve iş dünyası. Bunların her birisi ayrı aktör. Hepsinin rolü farklı olduğu gibi tarzı da farklıdır ama belli bir uyum olmadan ahenkli bir oyun çıkaramazlar ortaya! Siyasetçiler dünyanın en kısa vadeli düşünen aktörleridir mesela. Bir hizmet yapıp karşılığında oy almaktır hedefleri. Dolayısıyla, en fazla 5 sene ötesine bakabilirler. İş adamı öyle değildir ama. 100-200 sene sonrasını düşünmek zorunda kalırlar bazen. En basit bir yatırımın geri dönüşü 10-15 senedir. Ki, bu da sadece bir makine için söz konusu. İşletme başka makine ve ünitelerden meydana gelir. Ayrıca devamlı yenilenmek ister. O yetmez, ilave yatırımlar gerektirir. Dolayısıyla işletmeler uzun vadeli bir perspektiften bakmaya mecbur hisseder kendini. Yürütme, yasama ve yargı ise omurgasıdır ülkelerin. Ahengin olması için bu üçlünün doğru ve iyi çalışması şarttır. Bir de "dördüncü kuvvet" denilen medya var tabii. Medya önemli bir aktördür ülkelerin hayatında. Birçok görevi varsa da en önemli görevi "denetim"dir hiç şüphesiz. Medya "iktidarları denetler!" Denetleyenle, denetlenenin aralarında ihtilaf çıkmaması mümkün mü? Ya da şöyle sorayım: İktidarla medyanın can ciğer kuzu sarması olması mümkün mü? Değil tabii. Bu ikilinin aralarında ihtilaf çıkmadan, sıfır problem yaşaması işin tabiatına aykırıdır her şeyden önce. Eğer ülkeler bir büyük şirketse, o şirketi yöneten de halkın seçtiği profesyonellerdir. Halk ne kadar profesyonel kadro seçmişse, iktidarın başarılı olma şansı da o kadar kuvvetli olur. Bir de iktidar - medya ilişkisi var tabii. İktidar bir iş yapacak, medya "vatandaşın ödediği vergiyi yerinde kullandın mı" diye denetleyecek onu. İktidar iyi bir iş yaptığında, medya "Daha iyisini yapanlar var, biraz daha çalış" diye sıkıştıracak onu. Medyaya "halkın avukatı" da denir hani ya; işte bu nedenle denir. Fakat esas aktör ne biliyor musunuz? Kısaca STK denilen sivil toplum kuruluşları. Toplumun temel taşı bu gönüllü teşkilatlardır. Gelişmiş ülkelerde her iş ve meslekten STK var. Haklarını arayacaklarsa bu kurumlar aracılığıyla ararlar, gönüllü bir hizmet vereceklerse yine bu STK'lar aracılığıyla verirler. Türkiye'de yok maalesef. Olan da çok zayıf! Ne lobi yapabiliyorlar, ne hak arayabiliyorlar, ne kamuoyu oluşturabiliyorlar, ne de hizmet sunabiliyorlar topluma. Batıda öyle değil ama. Gönüllü kuruluşlar orada öyle güzel organizasyonlar gerçekleştiriyorlar ki, hizmet etmek şart oluyor. Bir sinema oyucusunu huzur evinde yaşlılara kitap okurken görmek de mümkün, bir mankeni haftada bir gün hastanede hizmet verirken görmek de. Bunların hepsi o gönüllü kuruluşlar aracılığıyla oluyor tabii ve toplum o sayede birbirine daha fazla yaklaşıp kaynaşma imkânı buluyor. 2012'nin STK'ların güçlendiği bir yıl olmasını diliyorum.