Asla yasakçı değilim. Karakterim de... kültürüm de... dünya görüşüm de müsait değil buna. Benim dünyamda yasakçılık yok. Ancak, türban yasağının devam etmesini istiyorum, hem de şiddetle istiyorum!.. Ey, kendine sosyal demokrat diyen tosunlar!.. Ey, solun sancaktarlığını yapan sözümona aydınlar!.. Ey, mevcudiyetini türbanla mücadeleye endeksleyen laikler!.. Lütfen, türban yasağı konusunda elinizden geleni ardınıza komayın. Sizden rica ediyorum, lütfen yapın bunu. AK Parti İstanbul İl Kadın Kolları'nın tertiplediği "III. Pera Buluşması"na katıldım geçenlerde. Adı üstünde, kadın... Bir iki erkek gazeteci ve görevlinin dışında katılımcıların hepsi kadındı. Tesettürlü olanlar fazla değildi, onu da söyleyeyim. Yüzdeye vurduğunda belki 20, belki de 25'ti bu oran ama kapalı olanların göz doldurduğu bir toplantıydı. Toplantı çok düzenli ve ahenk içinde geçti. Fakat, benim demek istediğim bu olmadığı için üzerinde fazla durmayacağım. Orada gördüğüm manzara bana bir fıkrayı hatırlattı: Vakti zamanında batıda bir ülke varmış, o ülkenin bir de idam mahkumlarının çokluğuyla meşhur bir şehri. O kadar çokmuş ki, cellat firar etmiş sonunda. Yenisini de bulamamışlar. Hapishane dolup taşıyor ama cellat yok. Sonunda yöneticiler kendilerine göre bir çözüm yolu bulmuşlar. Mahkumlar intihar etsin! Hapishanenin hemen yanındaki uçuruma çağırdıkları Fransız mahkuma, "Aşağıda öyle eğlence var ki, müthiş!" demişler. "Tutmayın beni" deyip atlamış Fransız. "Aşağıdaki iş ortamı muazzam" der demez Alman da kendini boşluğa bırakmış. Türk de atlamış tabii. Ancak, Türk'e söyledikleri daha farklıymış: "Aşağı atlamak yasak!" Yasağın faydası Pera Buluşması'nda yasağın ne mene bir şey olduğunu bir kere daha gördüm. Orada gördüğüm başı örtülü genç kız ve kadınların bir özelliği vardı ki, beni çok etkiledi. Zahir ekseriyeti okumuş kadınlardı bir kere. Hem de az uz bir okuma değil onlarınki. Avrupa'nın çeşitli üniversitelerinde master veya doktora yapmıştı bu genç kızların hemen hepsi. Birçoğunun siması bana hiç yabancı gelmedi. Kimi iş kadını, kimi patron, kimi avukat, kimi tasarımcı, kimi de yönetici. Başları kapalı ama düşünceleri dışa açık bu gençlerin. Dünyadaki fikrî gelişmeleri ve sosyal değişimleri çok yakından takip ettikleri yetmiyormuş gibi modadan spora, bilimden çevreye hemen her konuyla ilgileniyorlar. Entelektüeller yani. Gözlerindeki pırıltıdan tutun da meselelere duyarlılıklarına kadar gerçekten etkileyici bir havaları vardı. Onları bu hale ne getirdi dersiniz? Yasaklar tabii. Şayet, üzerlerinde bu kadar baskı olmasa onlar da bırakırlardı ipin ucunu. Kimi dantel örerdi, kimi oya işlerdi. Fakat, yasaklar onları hırslandırıp kendilerini ispat etme yoluna sevk etmiş. Okumaları ondan. Dünyaya hangi pencere açılıyorsa başlarını uzatıp oradan bakıyorlar. Yasakçılık, bizim milletin üzerinde garip, garip olduğu kadar da pozitif bir etki yapıyor. Japonlar da yaşadı aslında buna benzer olayları. O günün sosyal bilimcileri Japonlar'ı Hiroşima şehrinde toplayıp "ABD buraya bomba attı ve 100 bin insanımızın ölümüne sebep oldu. Hiroşima, bizim endüstride en ileri bölgemizdi. 1945'te burayı bombalayarak bizi sanayide geri bıkarmak istediler ama biz Japon'uz. Endüstrimizi yeniden kuracak ve ABD'yi geçeceğiz" diye yemin ettirdiler o insanlara. Japonya'nın kalkınmasında bu yeminin çok önemli bir rolü vardır. Sonradan aynı yemini Güney Kore halkı yaptı. "Japonları geçeceğiz." Almanların kalkınmasında da vardır buna benzer sinerji. Yunanlı bile "Türk tehlikesi"ne karşı güç birliği yaparak ayakta kalmadı mı?