Türkiye lig atlar mı?

A -
A +

Türkiye dünyanın hemen her köşesinde konuşulan bir ülke oldu. Dünya küçüldü ya; kimi elindeki parayı değerlendireceği güvenli ülke arıyor, kimi de malını satmak için pazar kovalıyor. Türkiye hem para, hem de mal satmak isteyenler için cazip bir pazar. Dünyanın en pahalı borçlanan ülkelerinden biri de ayrıca. Borcuna sadık olması da cabası. Konuşmasınlar da ne yapsınlar? Dünya Türkiye'yi konuşuyor; Türkiye de dünyayı. Türkiye'nin konuşma nedeni de üç aşağı beş yukarı aynı. "Nerede yeni pazar bulabilirim" diye kafa yoruyor. "Hangi ülkeden yatırımcı çekebilirim" ya da "kimden borç alabilirim" düşüncesinin peşinde koşuyor. Bu koşuşturmaları sadece kamu yapmıyor haa, onu da söyleyeyim. Şirket yöneticileri ve gönüllü kuruluşların hemen hepsi yapıyor, kendi çapında. Türkiye'nin tek handikabı cari açık çıkmazı. Döviz açığı yani. Türkiye, büyüme istidadı olan bir ekonomik yapıya sahip. Fakat, her büyüme hamlesinde döviz darboğazına giriyor ve cari açık hastalığına düçar oluyor. Öyle böyle hastalık değil ama bu meret. Vücuda girmeye görsün, dağıtıp atıyor tüm sistemi. Türkiye buna rağmen "dış kaynağa dayalı" bir büyüme modeli seçti. Global rüzgâr da müsait olunca; "Borçla da olsa finanse edebilme imkânım var; cari açığı neden dert edeyim" dedi ve borçlandı. 1923-2002 yılları arasında 43 milyar dolar dış açık veren Türkiye ekonomisinin 2003-2012 yılları arasında 350 milyar dolar dış açık verdiğini görüyoruz. Dedim ya; global rüzgâr müsaitti; Türkiye yelkenlerini doldurmakta bir beis görmedi bu rüzgârla. Soğuk-sıcak demeden yurda döviz getirdi. ABD'nin Çin ile birlikte 2001'den sonra sahneye koyduğu "bol dolar-ucuz mal" oyunu da etkili oldu, bu borçlanma geleneğinin yerleşmesinde. Özetle söylemek gerekirse; kuru bastırmak suretiyle elde edilen düşük enflasyon ve millî gelir artışı, Türkiye'yi "cari açık bağımlısı" yaptı. Bu bağımlılık hâli devam edebilir mi? Tamam, Türkiye "kamu borcu"nu azalttı ve borç veren ülke ve kurumlar nezdinde cazibe kazandı. Problem yok! Da... nereye kadar? "Özel sektör borçları" artıyor gün be gün. Öbür taraftan sürekli frene basılıyor, "ekonomi ısınmasın" diye. Bütün bunlar dikkate alındığında cari açığa bir gün gelip "dur" denileceği açıkça görülüyor. Cari açığı kapamanın da bir bedeli var tabii: Devalüasyon. TL'nin yabancı dövizler karşısında değer kaybetmesi yani. Devalüasyon politikalarında yabancı mallar pahalılaşırken, yerli malların fiyatı aşağı çekiliyor. Devalüasyonun en belirgin bir diğer özelliği de enflasyonu yükseltmesi ve millî geliri düşürmesidir. İktidarların kolay kolay göze alamayacağı bir durum söz konusu yani. Fakat her halükârda Türkiye'nin bir reform yapması lazım. Özelleştirme gelirlerinin de azaldığı dikkate alınırsa, zaruret haline geliyor bu reform. Şayet kendisine çekidüzen verebilirse Türkiye önce birinci lige, ardından da süper lige çıkma şansına sahip. Dost düşman söylüyor zaten bunu. Yeter ki, gerekli tedbirler alınsın. AK Parti, zamlar da dahil birçok radikal kararlarda halkın desteğini alma başarısı gösterdi. Devalüasyon uygulamasına geçişte de alabilir aslında? Başbakan Erdoğan'ın gerçekleri halkla paylaşmaktaki maharetini hepimiz biliyoruz.

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.