Türkiye ne yapsın?

A -
A +

Türkiye ekonomisinin sahip olduğu büyüme potansiyeli başta Batı ülkeleri olmak üzere tüm dünyaya parmak ısırtıyor. İşletmeler dinamik ve değişime ayak uydurma kabiliyetleri oldukça yüksek. Hakeza insan kaynakları; genç ve vasıflı. Bunlar Türkiye'nin avantajları. Da... neden istikrarlı bir büyüme trendi çizemiyor peki? Bir büyüyor, bir duruyor! Bu sorunun cevabı çok basit aslında. Finansman yok! Ne yatırım için var finansman, ne de işletmelerin kendilerini yenilemeleri için. Türkiye'deki ferdi tasarrufu arttırmak maksadıyla Bireysel Emeklilik Sistemi'ne (BES) "Devlet Katkı Payı" getirildi. Bankalar altın tasarrufunu teşvik etmek için olmadık şeyler yapıyorlar. Bunlar güzel ve doğru şeyler tabii; yapılması lazım. Bugün dünya ekonomilerini yöneten fonların önemli bir kısmı sigorta fonları. Türkiye ise fon fakiri. Altın meselesi de öyle. Evet, Türkiye'de tasarruf maksadıyla alınıyor altın ama yastık altında durduğu müddetçe ekonomiye hiçbir katkısı olmuyor bu tasarrufun. Bankaların "altın günü" yapması takdir edilecek bir uygulama. Tasarrufların yetmediği yerde borç kaynaklar giriveriyor devreye. Türkiye çok yaşadı bunu. Hemen her hamlesini dış borçla gerçekleştirmek durumunda kaldı ve "yüksek faiz" ödemeden tutun da "cari açık" vermeye kadar birçok riski sırtında taşımaya mecbur kaldı. Şimdi de ağzına gem vurulmuş at gibi. Yatırım yapmaya, istihdama katkı sağlamaya can atıyor ama "cari açık" tehdidinden dolayı dizginliyor kendisini. Türkiye'nin iktisadi problemi sadece tasarrufla sınırlı değil tabii. Başka meseleler de var. Hem de çözmesi gerekirken çözmediği, ya da çözemediği meseleler bunlar. Kayıt dışı mesela. Kayıt dışı Türkiye ekonomisinin baş belası olup çıktı. Devletin uğradığı vergi kaybının yanı sıra firmalar arasında haksız rekabete de neden oluyor. Ayrıca, yabancı sermayenin Türkiye'ye gelmesine en büyük engel yine kayıt dışı. Merdiven altı üretim yapan rakibi varken kim gelir Türkiye'ye? Halbuki KOBİ'lerin şiddetle ihtiyacı var yabancı sermaye ve ortağa. Türkiye'nin bir handikabı da gayrimenkullerinin durumu. İşletmenin devasa binası var ama ruhsat ya da tapu probleminden dolayı şirketin varlıkları arasına giremiyor bu bina. Ekonomik değeri 0 (sıfır) yani. Belki 30-40 milyon TL para harcayıp kendisine iş yeri inşa etmiş firma ama sahip olduğu varlıklar arasına yazamıyor. En fenası da şu: İşletme sahip olduğu bu binayı teminat olarak gösterip kredi alamıyor! Bundan daha büyük bir ceza olur mu o işletme için? Türkiye'nin sahip olduğu gayrimenkulün yarısı bu problemi yaşıyor. Bir çare bulunması lazım. Türkiye'nin bir gerçeği daha var. O da şu: Mega kentleri az. İstanbul'u çıkar, başka büyük kenti yok gibi. Halbuki olması lazım. Dünya ticaretini yönetenler artık büyük kentlere odaklandı. Sabah gelip akşam evine döneceği kentlerle iş yapmak istiyorlar. Dolayısıyla tüketim kabiliyeti yüksek olan kalabalık nüfuslu şehirler tercih ediliyor. Bir de tabii bu şehirlerin ulaşım konaklama ve yeme-içme konusunda sağladığı kolaylıklar var. Haliyle mega kentler yeni dünyanın tercihi oldu. Türkiye'nin de 6-7 mega kentinin olması lazım.

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.