Türkiye tam bir siyasi çıkmaza saplandı, olduğu yerde sayıp duruyor. Günübirlik siyaset üreten cambazların elinde kalan ve bunu marifet sayan bir ülkeden daha ne beklenir ki? Sadece siyaset yapanlar değil haa, entelektüeli, aydını ve üniversitesiyle çuvalladı bu ülke. Üniversitenin siyasetle ne ilgisi olabilir ama burası Türkiye; hep oldu. Öğretim üyesi, öğrencisi ve hademesiyle; cümbür cemaat siyaset yaptı bu kurum! Türk, Kürt, Laz, Çerkez, Ermeni, Süryani... Böylesine büyük bir zenginliğe sahip olan Türkiye'yi, tek yumruk yapan bir babayiğit çıkmadı maalesef şu ülkeden. Varsa yoksa, it dalaşı. O ona onu dedi, bu buna bunu dedi. Yazık! Hadi, siyasi yapı böyle. Ya sosyolojik ve ekonomik durum: Orada bir ümit ışığı var mı acaba? Önceki gün "Türkiye'nin Üretim ve Dış Ticaret Yapısı"nı konu alan bir seminer vardı. Ben de gittim. Türkiye nereye gidiyor, göreyim, diye. Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası (TCMB) ile TÜSİAD'ın ortaklaşa başlattıkları bir proje var: Küresel Ekonomiye Entegrasyon Sürecinde Büyüme. Gittiğim seminer, bu projenin ilk semineriydi ve oldukça verimli geçti. Türkiye küresel ekonomiye entegre olup büyüyebilecek mi? İşte bu mevzu, uzman kişiler tarafından masaya yatırıldı ve enine boyuna tartışıldı. Hemen söyleyeyim, ekonomi de pek öyle iç açıcı değil; veriler onu gösteriyor! Ancak, karamsar olmaya da gerek yok. Bir ümit ışığı var çünkü. Şayet, mevcut yapının üstüne eğitim ve Ar-Ge ilave edilirse, Türkiye vaziyeti kurtarır belki! Bilmece gibi oldu, değil mi? Biraz açayım. Türkiye 1996 yılında Gümrük Birliği'ne girmekle, globalleşmeye ilk adımı atmış oldu. Globalleşme hamlesini vaktinde yaptı yani. Dışa açılmanın şart olduğunu görüp ihracata yöneldi. Global ekonominin temel şartlarından olan rekabet unsuru ile yüzleşen Türkiye'nin verimlilik ve maliyet mefhumlarını daha o tarihte tanımış olması; üretim politikalarını bu gerçekler üzerine oturtmasına yardımcı oldu. Artı 2001 Krizi. Bu kriz hem kamuyu ve hem de özel sektörü krizlere karşı daha bir dayanıklı hale getirdi. Ayrıca, rekabet şansını da artırdı. Bilanço okumayı, kâr-zarar hesabı yapmayı öğrendiler çünkü. Ne siyasetçi, "Verdiysem, ben verdim" diyebiliyor artık. Ne de sanayici, kasasındaki paranın kendi parası olduğunu sanma gafletine düşüyor. Yapılması gerekenler Bunlar elbette ki, olumlu gelişmeler. Bu gelişme Türkiye'nin senede 107 milyar dolar ihracat gerçekleştirmesini sağladı. Da... bir de bunun karşılığında yapılan 170 milyar dolarlık ithalat var. Ki, 63 milyar dolar dış ticaret farkı demek bu! İşçi dövizi, turizm, hizmetler falan filan derken bu rakam bir miktar aşağı iniyor ama ne kadar inerse insin; ortaya 30 milyar dolar civarında bir cari açık çıkıyor. Cari açık, Türkiye için bir çıban başı. Tabii, bu arada enerji maliyetlerindeki artış var bir de. Bu unsurun da göz ardı edilmemesi gerekiyor. Bu tespiti yapıp hemen üretime dönelim ve "Türkiye katma değeri yüksek mal üretiyor mu veya üretebilir mi acaba?" sorusuna cevap arayalım. Türkiye, ihracatta geniş bir ürün yelpazesine sahipse de ana ihracat kalemleri tekstil, otomotiv ve tüketici elektroniği; televizyon yani. Tekstil ve hazır giyim; uzun süre Türkiye ihracatının lokomotifi oldu. Dünya piyasasına nispetle yüzde 5 daha ucuz üretim yapabildiği için tekstil ürünü satabildi. Ancak, Çin ciddi rakip. Avrupa Birliği Çin ürünlerine uyguladığı kotayı 1 Ocak 2008 tarihi itibariyle kaldırdı. Bu da rekabetin iyice kızışacağı ve Türk tekstil ve konfeksiyoncusunun zorlanacağı anlamına geliyor. Tek çare; moda ve tasarıma kaymak. 2005 ve 2006 yılında Türkiye televizyon üretiminde rekor kırdı ama katma değeri çok düşük bir üretim yaptığı ve geleceği garantileyen teknolojik hamleyi gerçekleştiremediği için sektör bugün hiç de iyi bir durumda değil. İşi zor yani. Otomotiv ise yıldızı yeni parlayan bir sektör. Hem ihracat yapıyor bu sektör, hem katma değer yönünden başarılı, hem de güçlü mühendis ve kalifiye eleman avantajı var. Dolayısıyla, otomotiv Türkiye'nin gözde sektörü yolunda hızla ilerliyor. Dünyanın da tabii. Buraya kadar söylediklerim, seminerdeki panelistlerin ortaya koyduğu verilerin sonucu. Bir ek de ben yapıp bitireyim mevzuu. Türkiye ne yapıp edip hizmet sektörüne ağırlık vermeli. Çünkü, Çek Cumhuriyeti, Macaristan, Bulgaristan, Romanya, Polonya, Slovakya gibi ülkeler de sanayi üretimi yapıyor ve onlar da hızlı büyüyorlar. Fakat, onların hiçbirisinde Türkiye'nin sahip olduğu insan kaynağı yok. Bu da Türkiye'nin hizmet sektörüne ağırlık vermesini zaruri hale getiriyor.