Avrupa yatırım diye dört dönüyor fakat sonuç alamıyor bir türlü. Bir de Türkiye'ye bakın: Duyan geliyor. Gelme kararı alanlardan biri de dünyanın en zengin adamı Carlos Slim Helu oldu. "Ferdi servetim 70 milyar dolar" diyen Helu, bugüne kadar Latin Amerika ve ABD'de yatırım yaptığını bildirdi ve "son dönemde Türkiye'nin cazibesi ilgimi çekti" dedi. 19 ülkede yatırımı bulunan Meksikalı iş adamı Helu da Türkiye'nin 10 sene içinde gelişmiş ülkeler seviyesine çıkacağı kanaatinde ve telekomünikasyon yatırımı için Türkiye'ye geliyor. Fakat bankacılık, bilişim ve perakende sektörü ile de ilgilendiklerini vurgulamayı ihmal etmedi. Türkiye'ye gelen yabancı yatırımcıların çoğu enerji, telekomünikasyon, banka, sigorta, perakende ve otomobil sektörüne yatırım yaptı ve yapıyor. Bu tesadüfî değil aslında. Yabancıların yatırım yaptığı sektörlerde kayıt dışı yok bir kere. Bu durum, yatırımcı için önemli bir husus. Elin adamı kayıt dışı çalışamaz ki. Her şeyi kayıt altında olsun ister. Eğer iç piyasa o sektörde kayıt dışı çalışıyorsa, adamlar kafadan kaybetti demektir. Çünkü, kayıt dışı rakiplerine yüzde 20-30 fiyat avantajı sağlar ki, bununla baş etmesine imkân yok. Dolayısıyla, korkar ve gelmez. Nitekim gelmiyor da. Türkiye'de yabancı sermaye ve ortağa ihtiyaç duyan KOBİ'ler bir türlü ulaşamıyor mesela bu imkâna. Nedeni belli: Kayıt dışı! Bu meselenin bir an önce halledilmesi lazım. Keza, iç piyasada da var aynı handikap! Bir firma düşünün; kurum kimliğine kavuşmuş ve her faaliyeti kayıt altında. Diğeri ise kayıt dışı. Merdiven altı üretim de yapıyor, vergi de kaçırıyor. Haksız rekabetin daniskası. Bir de işletmelerin sahip olduğu gayrimenkul meselesi var. Ki, felaket. Adamın fabrikasının ya tapusu yok, ya da imar izni veya ruhsatı. Dolayısıyla, ekonomik değeri bulunmuyor o koca tesisin. Hal böyle olunca, o tesisi ipotek edip kredi bile alamıyor. Bir iki işletme olsa, hadi neyse dersin. Öyle değil ama. İşletmelerin kahir ekseriyeti bu durumda. Ne yapıp edip bu tesislerin ekonomiye kazandırılması lazım. Azıcık da Oscar ödüllerinden bahsedip kapatayım mevzuu. 84'üncü Oscar ödülleri de sahiplerini buldu önceki gün. "Ne var bunda" deyip geçecek bir mesele değil bu mesele. Evet, sinema oyunları ve film yıldızları ödüllendirildi ama konunun boyutu sanatla sınırlı kalmıyor. Daha ziyade moda ve tasarımla ilgili. Oscar Ödül Töreni 3-4 milyar insan tarafından izleniyor. Film yıldızlarının giyecekleri elbiseler modacılar tarafından aylar öncesinden tasarlanıyor ve milyarların beğenisine sunuluyor. Gelecek senenin modası, Oscar Töreni'nde belirleniyor yani. Bundan daha iyi pazarlama mı olur? Türkiye'nin de evrensel sanata önem vermesi ve bu alanda "ben de varım" demesi lazım. Bu eylemler hem marka olmak için ve hem de ürününü pazarlamak için en geçerli yol ve yöntem.