Bugün, yeni bir senenin ilk günü. Hayırlı olsun. Huzurlu ve barış dolu bir yıl diliyorum. Türk siyasetçisi pek çok şey biliyor, pek çok şey ama esas bilmesi gerekeni bilmiyor! Durup durken bu da nereden çıktı, demeyin. Öyle de ondan. Bir kaşık suda kopardığımız fırtınaya bakan, koca seneyi dolu dolu geçirdiğimizi 'şıp' diye anlarsa da (!) o koca harmanda tene var mı? Bu, henüz net değil. 2002'nin son çeyreğinde kimse IMF'ye sıcak bakmıyordu. Sol kanat olduğu gibi muhafazakar partiler de yerden yere vuruyordu IMF'yi... IMF programları acı reçeteler içeriyor bir kere. Hangi hükümet güle oynaya ona 'Peki' deme cesaretini gösterebilir ki?.. Fakat, işin garipliğine bakın ki, IMF'nin kendiliğinden gelip icra-i sanat yapma imkanı yok. Mutlaka hükümetlerin ona imzalı vize vermesi gerekiyor. 3 Kasım'da sandıktan çıkan AK Parti, iktidara geldiği günlerde doğrusu IMF'ye oldukça mesafeli idi. Seçim meydanlarında da az atıp tutmadı hani. Geçen süre içinde belki IMF'nin her dediği yapılmadı ama uygulanan programların başarılı sonuç vermesi AK Parti İktidarı'nı ikna etmiş olacak ki, hükümet artık IMF'yi gündeme getirmiyor. AK Parti Hükümeti'nin ekonomik konulardaki kararlılığı devam ederse; Türkiye'nin 2001 resesyonunu aşıp 2006 senesinde düze çıkacağı söyleniyor. Bunun için yapması gereken en önemli şey; popülist politikalardan kaçınmak. İşçi-memur ücretlerinde takındığı tavır, emekli maaşlarında gösterdiği ketumluk ve vergi barışında mükellefe nispeten toleranslı davranmışken, Bağ-Kur ve SSK primleri hususunda sigortalıya taviz vermemesi; programı sonuna kadar uygulamaya kararlı olduğunu gösteriyor. Ayrıca, mahalli seçimlerden önceki tutumu da bu konuda makul adım atmaya devam edeceği intibaını pekiştiriyor. Her açıklamasında önceliklerinin istikrar olduğunu söyleyen ve bu sözünün ardında ciddiyetle duran Ekonomiden Sorumlu Devlet Bakanı Ali Babacan'ın tavırları da hükümete olumlu puan kazandırıyor tabii. Yapılanları asla küçümsüyor değilim ama bunlar daha başlangıç. İşin en can alıcı noktası, bundan sonrası. Hükümetin önündeki en büyük problem işsizlik. On milyondan fazla kişi işsiz dolaşıyor sokaklarda. Bir o kadarı da günde 3 milyon lira ile yaşamaya çalışıyor. Yatırım yapacak finansman bulmakta zorlanan sanayici hâlâ şaşkın. Hükümet, IMF destekli programla başarılı oldu olmasına ama işin bir de siyasi ayağı var ve maalesef IMF, siyasetle ilgilenmiyor. Halbuki Türkiye, hem ekonomik krizi halletmek ve hem de siyaset arenasında elindeki kozu güçlendirmek zorunda. AB ile yapacağı üyelik müzakerelerinde ve Kıbrıs meselesinde strateji yeteneğini ortaya koyup bir sonuca varması lâzım. Ayrıca, ABD ile ittifakını pekiştirmesi gerekiyor. Hele bir özelleştirme var ki, bu konu; kelimenin tam anlamıyla yılan hikayesine döndü. 2004'ün zor bir sene olacağını söylerken; haksız mıyım, yani? MI ACABA?!. ABD'de 800 bin yardım kuruluşu varmış... Bizim THK'nin yanında o da bir şey mi? * Ali Babacan, aceleye gelen taşıt vergisinin 2005'te tekrar gözden geçirileceğini söylemiş... 2004'ü bile unutturan bu acele nasıl bir acele acaba? * Özelleştirme İdaresi Başkanı Metin Kilci, '1 liraya özelleştirme yapma noktasına geldik' demiş... E, daha ne bekliyorsunuz öyleyse? * Yargıtay'dan ret cevabı alan Erbakan'ın son şansı Sezer'miş... Ne şans ama! * Emeklinin maaş zammı haftaya kalmış... Önemli değil, yeter ki asgari ücret gibi olmasın!