Internetin yeni yaygınlaştığı zamanlar. Artık mektupla kıyaslanmayacak hızda yazışabilmeye başlıyoruz. Almanya'dan bir okuyucuyla tanışıyoruz. Sorusuna cevap veriyorum. Benzerini soruyor. Daha uzun bir cevap yazıp, örneklerle de anlatıyorum. Gelen maili çok kısa. Ve sanki yazdıklarımı hiç okumamış gibi. Sabırla, hiç kızmadan, konuyu başka açıdan ve tekrar anlatıyorum. Gene cevap geliyor, ama... Diyorum ki; yahu bu arkadaş acaba neden bir adım yakına gelemiyor? Yurt dışında büyümüş Türklerde rastladığımız "Türkçemizi anlasa bile ifade edememe" durumudur, diye tahmin ediyorum. Yazdıklarımın sonlarına sorular koymaya başlıyorum ama bunlara cevap vermiyor! O zamanlar internette tecrübemiz yok, yeni durumları kavramamız zaman alıyor. Sonunda anlıyorum ki; bu taksici arkadaşın elinde bir telefon var. Ben burada bilgisayarla ona "destanlar" anlatırken, o ise benim yazdıklarımı sadece bir kısa mesaj alanında okuyabiliyor! İşte bazısına anlatmak da sanki böyle bir şey; sanki cihazı/kapasitesi almıyor karşındakinin.Ve hani"Ne kadar bilirsen bil, söylediklerin; karşındakinin anladığı kadardır!" anlamına gelen sözünü hatırlatıyor Hazret-i Mevlana'nın... * Tv5'te yayınlanan Medya ve Toplum'da, programın sahibi Davut Şahin, Ünal Bolat ve ben; "Muammer Erkul'un yazdıklarını" konuştuk...Gazeteci yazar Bolat'ın daha önce kaleme aldığı ve o gece de tekrarladığı "Mevlana Muammer" ifadesini yanlış anlamayı seçenler oluyor. Kast edilen; günümüzde yaşamakta olan Muammer'i, 800 yıl önce yaşamış büyük velî M.Celaleddin-i Rumî hazretlerinin evliyalığı ile kıyaslamak değildir. Bunu düşünmek bile abestir! Söylenen şudur: O büyük zatın, o zamanın insanına anlattığı aşkın; bugünün insanına/gençliğine, Muammer Erkul'un kelimeleriyle anlatıldığı veya anlatılabileceği durumudur... Bu sıcak bakış havayı ılıtırsa; var sanılan problem de sanki bir sis gibi yükselir ve günümüz aydınlanır... Güneş yok değil ki; yâr gibi,var... Olmaması gereken; aramızda, sis perdesi var!