Balkona çıktım. Bir "şarıltı" işittim. Dalgalar, geniş sahildeki taşları yuvarlıyorlardı: "Haarşşştakırtakırtakırsss..." Deniz, nefes alıyor, dedim! * Sabah, huzûra çıkan bir hizmektâr gibi; hep dikkatli, hep dakik. Her zaman işini bilir, hiçbir zaman gecikmez ve her gelişte, elinde o günün menüsü! Dün hava daha yüksek ve aydınlıktı. Herkes kendini dışarı atmıştı. Bugünse serin ve sanki gözleri yaşaracak gibi! Zor seçilen Mudanya sahilleri karşımızda, Gemlik Körfezi ise sola; uzayııp gidiyor... İşte orada, uzakta, bazen görülüp bazen silinen Uludağ, moda ifadeyle "cool" takılıyor; serin, yüksek ve yalnız! Uludağ yönünden gelen rüzgâr, iskele meydanındaki bayrakları bana doğru üflüyor. Önümüz ise alabildiğine Marmara... Hoplayıp zıplayan yunuslar göreceğimi umuyordum gelirken, henüz rastlayamadım. İlk leylek sürüleri ise biz buradayken geçmeye başladı yine, devamı gelir... Fakat martıları ayrıca anlatmam lazım: * Martlar denizde veya kayalıklarda oturup, geç kalkanları bekliyor... Kahvaltılarını bitirince balkonlara çıkan veya pencerelerini açan insanlar oluyor. İşte onları fark eden birkaç martı "keşif uçuşu" yapıyor. Martıları görenlerse ellerindeki son lokmalarından havaya fırlatıyorlar. O zaman bir "caaak" sesi kopuyor ve aynen vapurların kenarında uçanlar gibi, bir martı sürüsü o yöne geliyor. Ardından... durmadan atılan ekmek parçalarını... öyle bir "havada kapma yarışı" başlıyorkiii; seyrine ve yaşamasına gerçekten doyum olmuyor... Burası İhlas Armutlu Evleri; sahile ve geniş yeşil alana üstten bakıyoruz. Bu büyük blokların her biri ise onar katlı. Yani hepimiz, transatlantiklerden birinde gibiyiz. Deniz, güneş, rüzgâr ve (sanki güvertelerden) martı besliyoruz! Adımlarınızı takip eden güvercinleri de artık başkaları anlatsın veya kendiniz gelip bir torba ay çekirdeğini sırnaşık serçelerle birlikte yiyin... * Tekrar bakıyorum; mavi beyaz deniz otobüsü, "veda düdüğü" ile iskeleyi terk ediyor. Yani saat 08.20 ve İstanbul yolcuları mesaisine yetişmek için gidiyor.