Aşk, öyle bir şey ki; kurumuş dalı fidan, gömülmüş tohumu filiz ve ham kulu "âşık" kılar! Maya karışmış hamur gibi içi kabarırken insanın, ahh bir "Somuncu Baba"nın da eli değmişse ona; öyle bir ekmek çıkar ki fırından, yüzlerce yıl anlatılır da tadı, sözü bitirilemez... Aşk, çamur olabilecek nicelerini hamur eder ki; artık onlar piştikçe "nîmet" olur ve kim bilir kaçar kere dilimlenip, kimlerin sofralarına konulur... * Aşk, öyle bir şey ki; görünmeyeni görünür kılar. Veya metal teli akkor hale getirir, bir soğuk camı "ampul" kılar! Âşığın kalbi ma'şûkuna bağlı kaldıkça bir ışık yayar. O ışığa niceleri toplanır. Hem onu, hem de biri birlerini görerek sevinirler. Yalnız olmadıklarını bilirler... Âşık, insanlardan bir insandır neticede... Böceklerden bir böcektir ateşböceği de; ama o, karanlıkta görülür ve ışığı kendi içinden gelir! Aşk, öyle bir şeydir ki; yüzbinlerce tâbiîn arasındaki yarı aç gezen bir çobanı, Üveys el Karenî yapar... * Aşk, öyle bir şey ki; âşığı, meyve gibi dalındayken pişirir! Güneşin, biberi acı ve elmayı tatlı kıldığı gibi; "aşk" kelimesindeki harfler de kimini derviş, kimini berduş kılar!.. Âşık, ma'şûkunu andıkça, sanki güneşteki karpuz gibi içinden, derûnundan kızarır! Lezzet, bu olgunlaşmadadır... * Aşk, öyle bir şey ki; kışı yaz ve geceyi gündüz ve soğuğu sıcak ve siyahı beyaz ve kara kömürü ışıltılı bir elmas kılar! Aşk, öyle bir şey ki; kör ve ölü bir taş ve toprak yığınına, bizi ve bütün insanlığı hayran bırakır: Karanlıklarda başımızı kaldırıp ona bakarız... O ise, güneşten aldığını "ay" gibi, sanki bir "ayna" gibi bize yansıtır. Gecemize ışık olur onun aşkı, yolumuza aydınlık olur. * Aşk, öyle bir şey ki; kurumuş dalı fidan, gömülmüş tohumu filiz ve ham kulu "âşık" kılar! Aşk öyle bir şey ki; ölü adamı "vaiz" kılar!