Bir bayram hediyesi ister misiniz? Okuyun o zaman! ..... Televizyonun reklâm arasında iki kişi beraber oluyor... Dinlenirken dizinin devamını izliyorlar... Zaman geçiyor. Kadın, koltukta kaykılmış halde, iyice büyümüş göbeğinin üzerinden magazin programlarını izliyor. Akşamları gelen adamla beraber televizyon karşısında yemek yiyorlar. Sonra oturup çay içerken yine televizyon seyrediyorlar. Çoğu zaman da geç saatlere kadar koltuklarda uyukluyorlar... Anne ve baba sesinden daha fazla televizyonun sesini duymuş olan bebek doğuyor bir gün. Lohusayı doğumhaneden çıkarıp hemen televizyonlu odaya alıyorlar... Eve geldiklerinde küçük televizyonu yatak odasına getiriyorlar. Canı sıkılmasın diye, bebeğin yatağını da televizyonun sesini duyabileceği bir yere çekiyorlar... Zaman geçiyor. Sağına soluna yastıklar dayadıkları minik kızı televizyonun karşısına koyuyorlar... Yerken, içerken, oynarken, uyurken her zaman televizyonla beraber yaşıyor bu çocuk... Gündüz annesiyle takip ettiği programların seyrine, geceleri babası da katılıyor... Zaman geçiyor. Mahalle arkadaşları, okul arkadaşları ve sair arkadaşlıklar... Her arkadaşı kendine benziyor, çünkü herkes kendisine benzer arkadaşlar buluyor! Ve her biri ekranda gördüklerini kopyalıyor, ekrandakileri konuşuyor... * Huzur neden tükendi dersiniz? Doğurup doğurup önüne koyduğumuz çocuklarımızı; kendisine değil de kime benzetmesini istersiniz ki televizyonun? Anlaşılıyor mu bu kısım: Bir çocuk kitabını okumadan, dersini çalışmadan, dinini bilmeden, ilim öğrenmeden, büyüklerini saymadan hayatı boyunca hep televizyona bakarsa; televizyondakilere benzemeyecek de acaba kime benzeyecek? Sefahat diz boyu, ısrarla fuhşiyyat empoze ediliyor, rezillik gırla gidiyor, feminizm ise paçalardan akıyor! Herkes bundan şikâyetçi, ama herkes aynısını yapıyor... Peki hep aynısını yaparken, nasıl oluyor da "farklı" sonuç bekliyor insanlar? Doğduğu gün televizyonun önüne atılmış bir çocuktan, doğurduğu gün kendi çocuğunu da televizyonun önüne koymamasını beklemek mümkün mü?.. Anne ve babaların, çocuklarından; "kendi yaptıklarını yapmamalarını beklemek" mantığa sığar mı? * Böyle sözlerle yazıyı uzatmayacağım. Yazının başında bir "bayram hediyesi"nden bahsetmiştim... Bu, bir kitap! Madem evlenmenin, yuva kurmanın sebebi huzurdur, daimî mutluluktur... Bunu sunan kitapların okunması lazımdır... Ben... Eğer... Yarın evleniyor olsaydım... O kişiden şu kitabı okumasını isterdim ilk önce: HUZURUN KAYNAĞI AİLE (Kadın ve ailenin önemi, evlilik ve aile hayatı, çocuk eğitimi...) Mehmet Oruç hazırlamış. Arı Sanat Yayınevi basmış... Şimdi soruları duyuyorum sanki, sakız çiğner gibi bir ses: "Bu kitap neeerde vaar?.. Emin misiin, iyi gelir mii?.. Çok pahalı mıı?.." Yok yok, sen zaten alma! Çünkü ayağına getirseler bile bu kitabı okumazsın, okusan da zaten anlamak için okumazsın! Çünkü böyle kitaplar kafa içindeki kırışıkları düzeltmeye yarıyor, dışındakileri değil! Özet olarak benim bu kitaptan anladığım ve tavsiye sebebim şudur: Kadın; etinden ve sütünden istifade edilen mahlûk değildir! Kadın, televizyonun gösterdiği "şey" değildir; kadın başka şey demektir, hem de pek çok şey demektir... * Bayram hediyesi, dediğim işte bu kitaptı. Baklavadan yararlıdır, emin olun. Üstelik şekeri, tansiyonu olana bile dokunmaz... Evlilik müessesesinin, aile saygınlığının, yuva huzurunun muhafazasına karşı çıkanlara dokunur sadece! Benden bu kadar! Arayan elbette bulur aradığını, mazeret yok bu çağda... İnternet üzerinden bilgi almak isteyenler ise http://www.mehmetoruc.com adresine bakabilirler...