Yoluna çıktım, ve durdu araba. İçimde sıcak bir şeyler aktı; adı olmayan... Hava soğuktu, iğneler saplanıyordu sanki dört yanımdan,, ve yapraklarından soyunmuş kavaklar, inliyordu!.. Çâresizliğin değil, teslim oluşun en büyüğü vardı gözlerinde... § Neydi bu, içimdeki?.. Dokundum ona. İlk defa karşılaşsak da; okşadım, eski bir hatıra gibi... Alnında dolaştı elim, sonra burnunun üstünde, sonra çenesinin altında... Sonra iki elimle avuçladım yüzünü ve öptüm, yumuşacık; ağzının kıyısındaki ince kılların üstünden... § Farketmediğim sürücü kıpırdadı, yürümek için. İlerledi araba... Hava soğuktu, hem de çok... Rüzgâr sanki içime dalıyor da bulduğu ıslanmış sarı yaprakları kaldırıyor, savuruyor ve hızla vurup yapıştırıyordu odalarımın duvarlarına!.. § Durdum orda... Ama, yer eriyordu sanki... Sanki ben batıyordum; tereyağ üstüne konmuş bir sıcak çatal gibi... Toprağa!.. § Çağrıların en büyüğü vardı bakışlarında... Cağırıldığı... Ve gittiği... Ve gelmemi istediği yere çağırıyordu beni de... "-Gel, diyordu... En azından beni yolcu et!.." Gittim... Çâresizliğin değil, teslim oluşun en büyüğü vardı gözlerinde... Dokunamadım bir daha, okşayamadım bir daha, öpemedim... Sevdim sadece gözlerimle... Onun bakışlarında en büyük çağırış vardı! § Siz hiç, en uzun kavağın en soğuk rüzgârda üşüdükçe nasıl inlediğini işittiniz mi?.. Nasıl ağladığını... Nasıl feryat ettiğini uzuun uzun!.. Kavaklar ağlıyorken... Ve rüzgârın buzdan seken iğneleri saplanıyorken her yanıma; çağırıyordu bakışları... Bakışlarında, çağrıların en büyüğü vardı... Çağırıldığı... Ve gittiği... Ve gelmemi istediği yere çağırıyordu beni de... "-Gel, diyordu... En azından beni yolcu et!.." § Gittim... Çâresizliğin değil, teslim oluşun en büyüğü vardı gözlerinde; hayret edilecek ve hayran olunacak kadar sakin... Dokunamadım bir daha, okşayamadım onu, ve öpemedim... ..... Kan, "içimde" aktı; Kavaklar ağlıyorken!.. - (Hepinizin kurbanı mübarek olsun efendim...)