Dolmabahçe'deki statla Maçka yokuşu arasındaki Küçükçiftlik boşluğuna panayır, lunapark, sirk ve çeşitli fuarlar kuruldu hep. Yirmi yılı geçmiştir (çok tanınmış bir yüz...)'yı ilk defa orda gördüm. İmza günü düzenlemişlerdi kendisine. Stant önündeki boşluğa küçük bir tahta masa koymuşlardı. Fakat zemin bozuk olduğundan çay bardağı bile duramıyordu üstünde. Yüzünü görmeyenler, umumi helâ kapılarında oturan bekçilerden biri sanırdı adamı! Üstelik kalabalıktı, kitap almadıkları halde başına yığılan çoktu. Sağından solundan dayanıyorlar, sandalyesine yaslanıyorlardı. Çocuklar masasına dirseklerini dayayıp suratını inceliyorlardı. Milletin pantolon kemerleri hizasında kalan yüzü terlemişti. Sıkılıyordu, sinirleniyordu. Her geçen dakika onun yıllarını vererek inşa ettiği sanatçılık imajını eritiyordu!.. Saçının dökülmüş kısmına bakıyorlardı, açılan ensesinden içindeki fanilasını görüyorlardı. Oturup konuşulacak ortam olmadığı için ciddi sorular sorulamıyor, samimi bir sohbet açılamıyordu. Kalabalığın ortasında ürkmüş, sinirli, fakat az bulunur bir hayvanı seyreden gibi bakıyorlardı ona sadece! Bıkanlar başından gittikçe yerlerini yeni meraklılar dolduruyordu. * Bu zavallılık hali çoğu yazarımızın başındadır ve yayıncıların çok büyük ayıbıdır!.. Yazar ile okuyucusu böyle buluşturulmaz! Böğrüne dizini dayayabildiği yazarı kaç kişi okur bir daha! Ümitle beklemekteyim: İki üç basamak yükseltilmiş zemine konan masalarda oturan yazarlar, okuyucusunun (göbeğini değil) suratını görebilsin... Okuyucular, yazarların tepesine, ensesine değil yüzüne bakabilsin... Soruyor rahatça cevaplansın, imzalar atılabilsin, fotoğraf çekilebilsin... Özet: Bir yazar, okuyucusuna (avizenin düğmesi gibi) dokunabileceği kadar yakın olmalı... Fakat (tezgâhtaki karpuz gibi) elleyemeyeceği kadar da uzak kalmalı!.. _____________ Not: Sultanahmet'deki Babıali Şenlikleri'ne beklerim, Pazar 11.00-13.00 arası J.