Işığa basmak

A -
A +

Pazar günü, hava hem sıcak hem de rüzgârlıydı... Kestane ağaçlarının en yüksek dalları ve en derin yapraklarının ardındaki güneş yüzümüze fışkırıyordu... Bazı insanlar küçük topluluklar halinde çimenlere yayılmışlardı. Orda biri daha vardı. İri kemikli ama omuzları çöküktü. Ayaklarını biraz kıvırarak uzatmıştı. Kendi grubunun iki metre kadar ilerisinde, ve sırtı da onlara dönüktü. Hiç kıpırdamıyordu... Hiç bakmıyordu... Ya küsmüştü, veya,, belki onlardan biri bile değildi. Evet, sanırım öyleydi ve diğerlerinin kendini fark etmelerini bekliyordu. Sarı tasmasıyla gezdirilen süslü, parfümlü finoya yakın durmaya çalışan bir sokak köpeğinin duyguları içindeydi... Sahiplenilmek çok uzaktı şu an ona, ama belki de sadece bir laf atılmayı bekliyordu... Kuşların cıvıldadığı ağaçların altından dönen yoldan ağır ağır biri geçiyordu. Yorgun gibiydi... Kaç dağı aşmış da yeni bir dağa vurmak üzereydi sanki... Kim bilir hangi şehirden geldiğini ve kim bilir hangi şehre gittiğini söylerdi, sorsanız. Hem de böyle terlik-eşofman... Uzaktan seslenir gibi bağırdı az ilerde oturanlara: Selamünaleyküüm, selamünaleyküm... Oturanlar da el kaldırdılar onun gibi... Arka bahçenin derinliğinde, tarihi caminin solunda bulunan avlu; boydan boya pencereler açılmış yüksek ve kalın duvarla çevriliydi. Pencereler demir parmaklıklarla kapalıydı... Her delikten birer kol uzanmıştı dışarıya, koltuk altlarına kadar. Biri onlara sigara dağıtmaya çalışıyordu, elini kaptırmadan... İçerden bağırarak sövdü biri ve onun fırlattığı taş eğilen adamın başı üstünden ağaçlara kadar uçtu... Çay bahçesinin yanındaki yoldan geçiyordum. Gözleri fıdır, yanakları gergin, yüzü güleç bir "çocuk" çıktı ilerden. Elinde bir miktar kâğıt para vardı. "Arkadaşım eşşek" şarkısını söylüyordu. Diğer çocuklardan tek farkı yaşı otuzbeşe yakındı... Çok hızlı konuştuğundan ne dediğini anlayamadım. Tekrar sordum, gene tek kelimede söyleyiverdi koca cümleyi: "-Cüzdanınınıverseneçukulataalcamda..." "-Sigara vereyim..." "-Napayımsigarayıbenbençukulataistiyom" dedi ve yine bir çocuk huzursuzluğuyla hiç durmadan yürüdü. Az sonra kantinden bir bardak çay almış, içine şeker doldurmuş ve durmadan karıştırırken başka bir çocuk şarkısı söylemeye başlamıştı... Acaba kaç kişi gördü Mazhar Osman'ı? Ve Mazhar Osman'ın heykeli acaba kaç tanesini gördü bunların?.. ..... Heykelin önünden yürüdü... Az ileriden sağa saparak arka bahçenin kemerli kapısından geçti... Bir tuhaflık vardı, bacakları sakat sandım, ama değildi... Başı önünde bir sağa, bir sola ilerliyor, bazen sadece bir ayak kadar gidiyor, bazense kocaman tek adımla atlayarak ilerliyordu; Gölgelerden gölgelere geçiyordu... Işığa basmıyordu!.. Neden?.. Bilmiyorum. Soramadım da... Ve neden anlattım bunları, onu da bilmiyorum... Hatta, belki anlatamadım; Ama inanın, anlatmaya değerdi!..

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.