Bir secdelik zamanda, görüverirsin; Işık okyanusu ve çamurdan tepeler iç içedir aslında! Sen aynı sensindir; dağlar aynı dağlar ve bulutlaar ve güneş... Tırmanabilmiş olduğunca yükseğindesindir yamacın; belki yorgun ve belki de nefes nefese... Belki, birkaç adım daha yükselebilseydin veya belki birkaç metre indirilseydi hakikatin irtifaı... Ve belki, aahh... Sen, aynı sensindir, ayağının bastığı aynı tepe... Ve hatta aynı zamanda ve aynı mekândadır iç içelikler ve mana içi manalar! İşte şehir; bütüün gürültüsüyle, bütün telaşı, karmaşasıyla... Bütün öfke, inat ve kibriyle... Yani dünya; küfür duymak, tekme yemek, zehir içmek, duman solumak demek bu toprak ve şu bulutlar arasında... * Şimdi sen, hangi yamaçtasın veya yamacın neresindesin? Ve acaba, hizayı hangi rakıma indirmişler veya hangi irtifaya yükseltmişler... İlgilenme, gözünü kapat ve hisset: Sen, karmaşayı terk ederek gücün yettiği kadar tırmanabildiğin dağın yamacındasın ve belki de bir secdelik zamanda gözlerini kapatmışsın... Açtığında bakıyorsun ki; "bulutları" aşağı indirmişler! Dünyanın bütün tozu, dumanı ve kirletilmiş hava, gürültülü şehrin tepesine doğru bastırılmış!.. Bakıyorsun ki; heer şey silinmişken aşağıda, başın bir ışık okyanusunda yüzmekte... Anlıyorsun ki; çoğunun "sis perdesi" dediğine, bazısı "nurlar deryası" diyor!.. Ya birkaç adım daha tırmanmamış olsaydın ya da gayretine merhamet edilmeseydi!.. Aynı şehirde ve hatta aynı yamaçta bulunan çoklarının kelimeleriyle konuşmayacak mıydın, onların cümlelerini söylemeyecek miydin?.. İşte sen herkesle aynı yerdeyken ve herkes seni kendi yanında görürken ve sen kendini onlarla bilirken ve onları seninle birlikte sanırken... Ve herkes; dünyaya sis çöktüğünü söylerken, sen sisin üstüne aydınlık yağdığını görürsün. * Secde kadarlık zaman geçer ve başını kaldırırsın... Anlatsan bile; ..seni kim anlar!