Kaplan, kartal, fil, ayı; çoğu şehrin simgeleri var. Bunlar birer amblem halinde çeşitli hatıraları yaşatırlar... İstanbul'umuzu da hatırlarız; tarihî ada üzerindeki güneşi, Kızkulesi, Ayasofya, Sultanahmet, uçuşan martılarıyla filan... Ama İstanbul "İstanbul" olurken öyle bir hayvan cinsine minnetimiz var ki; maalesef onu neredeyse tamamen unutmuşuz! Fethin başrol oyuncularından biri olan "manda"lardan bahsediyorum. * Manda nedir hiç bilmeyenler var. Bu hayvan ılıman iklim ve su kenarlarını sever. 20 yıldan fazla yaşar, siyah derisinde seyrek kıllar vardır ve öküzden kuvvetlidir. Geviş getirir, başı aşağı doğru düşüktür, böğürtü şeklinde ses çıkarır. Dünyanın çok yerinde yaşar. Hindistan yabani mandası bir tondan ağır, iki metreden yüksek, boynuz uzunluğu 1.5 m civarındadır. Erkeği, bir fili haklayacak kadar cesur ve kuvvetli, avlanması kaplan kadar tehlikelidir. Yavaş yürür, yavaş ürer, ancak dört yılda ergenleşirler. Derisi kalın, sütü yağlıdır. Anadolu'da "camız/dombay" denen mandanın yavrusuna da "balak/malak" denir. * Mehmed Han, ismine "şahi" dediği toplar döktürdü. Bunlar emsalsiz silahlardı. İki yandan yüzlerce asker kaymasına engel olurken, her topu ellişer çift, yüzer manda çekebiliyordu... Yolculuk böylece ağır ağır ta Edirne'den İstanbul'a kadar sürdü. İstanbul "İstanbul" olurken mandaların vazifesi bu kadarla bitmedi. Dağı aşacak gemiler Tophane önündeki sahilden karaya çıktı. Şimdiki Löbon Pastanesi, Perapalas hizasından tepeyi aştı ve Kasımpaşa'dan Haliç'e indi. Üç mil mesafelik bu inanılmaz tırmanış ve iniş görevinde de bol levent ve eldeki bütün mandalar kullanıldı... * İşte ben yıllardır, ince bir vefa beklerim mandalara karşı. Herkesin heykeli konur da mandalar hatırlanmaz. Hâlbuki Tophane Parkında üç beş iri manda beslense; fethin hikâyesinin bütün çocuklar tarafından kolayca ezberlenmesine sebep olurdu!