Biblo gibi bir genç kız, renkli tülden eteklerini uçura uçura geldi... Kayarak bir kavis yaparken dönüp hızlandıktan sonra, hızlı bacak hareketleriyle buz zeminin pürüzsüz yüzeyine çizdiği imzasının noktasını; pateninin burnunu buza batırarak koydu!.. O zaman büyük bir alkış koptu. Çünkü ayağının ucu son noktadaydı ve işte ardında, buza yazdığı adını bırakmıştı... * Tek motorlu gösteri uçakları, dağınık oldukları mavi göğün içinde dönerek ortak bir hedefe doğru gaz verdiler... Kulakları yoracak kadar gürültü çıkaran bu küçük uçaklar öyle bir noktada birleşip dağıldılar ve öyle bir anda renkli dumanlar saldılar ki... Az sonra uçaklar uzaklaşmış, sesleri kesilmişti ama; nefesini tutarak yüzünü göğe kaldırmış izleyicilerin karşısında hayran oldukları bir şekil kalmıştı!.. * Sahildeki sürat motorları, okyanustaki yük gemileri, rıhtımdaki karabataklar, gölde süzülen kuğular "suda"; kağnı tekerlekleri, pulluk demirleri, sivriltilmiş çubuklar "toprakta" iz bırakıyor... Peki sonra?.. Ardına dönüp bakıyorsun ki buzda iz yok, havada iz yok, suda iz yok, toprakta iz yok... Nerede iz var peki? * İnsan; "kalacak iz" bırakmalı, diye düşünmeye başladım nice zamandır. Peki nereye bıraktığı iz kalıcı olur insanın; hem de orta Asya'daki taş kitabelerden bile daha da kalıcı? Buluttan, sudan, topraktan, taştan daha önemli olabilecek "nereye" bırakmak lazım izi? Yazıyı nereye yazmak lazım? Elbette insana! İnsanlığa... Fakat herkes "ne yazdığı" ile hatırlanacak, dikkat! Buna göre ödül alacak veya alamayacak!.. Peki, bu iş bu kadar kolay mıdır? Bunun için bir şey denemez ama şunu bilirim ki, bunu başaran kişi ölse bile defteri kapanmayacak!..