Bilmek, baldan tatlı bir duygu! Değil mi? Bilmediğini kendisi de bilen... ama yine de o konu hakkında konuşan kimseler gördünüz mü hiç? Hani, rüyada "bal kavanozunu" yalayan fukaralar gibi!.. İstediğin kadar yala, doyacak mısın? Hayır!.. Kavanozun içindeki balın tadını alacak mısın? Hayır!.. Ya kavanoz kırılırsa, dilin kesilip kan revan içinde kalacak mısın? Evet!.. E peki öyleyse niye konuşuyorsun, ne diye sürtüp duruyorsun dilini; midene inmeyecek ve sana faydası olmayacak bir balın kavanozuna? Cevap şu: Çünkü kendimi o "bilmek balına" yakın hissediyorum! * Çok şey bilmek; hiçbir şeyi bilmediğini anlamak demek! Böyle söylüyor bilenler, böyle öğretiyor büyükler... Demişler ki: Bunca yıl sonra, bunca diz büküp, dirsek çürütüp, göz nuru döktükten sonra, en nihayet şunu anladım ki; bilmenin sonu bilmeme makamıdır! Bu ne demek? Belli ki; teslimiyet!.. Soru şu: Damla biliyor mu kendini, içindeki tuz ve mineral oranını? * Misal: Bir damlasındır... Biri bakar ve sende "hangi denizin tadı olduğunu" anlar... İşte bu açıdan görebildiysen, bütün iltifatlar kabuldür ve makbuldür... Çünkü damla; o deniz değildir, ama o denizdendir!.. Aynı damla o denize benzemez, ama o denizi andırır!.. Ve o deniz, bu cümlede "her şey" ise; bu damla da "bir şey"dir! Damlanın "yok"luğunun sırrı; deniz yanındaki var'cığıdır ve aynı damlanın varlığının kıymeti; bu denize damlamış, bu denizle birleşmiş, tadını da bu denizden almış olmasıdır... Bilen onu böyle bilir, tanıyan da artık böyle tanıır, tanıtır... * Bir damla, bir denize "düştüğü an" yok olur, ama "onu var kılan" bu yok oluştur! Yok oluş; aslında "o" olmaktır! "Şu deryanın damlası" sıfatı ise, işte bunun için bir şeref madalyasıdır, sahibinin göğsünde!..