Bir gün jeton düşmüş ve "karne" kelimesinin; "kâr ne?" sorusuyla bağlantısını düşünmeye başlamıştım... İşte önceki gün kârlar zararlar açığa çıktı; hatta hızlı çalışmış terliklerin tabanları bile cumartesi sabahından itibaren soğumaya terk edildi! Bazı ana babalar büyük merak içindeydiler: "Getir bakalım; kârlı mı yoksa karlı mı karnen, görelim. Karlı ise zincir takalım!.." * Kâr eden illüzyonistlerin, bu gözboyama mesleğine nasıl başladıklarını tahmin ediyorsunuzdur: Okuldan itinayla getirilen karne anneye doğru açılıyor ki, hooop; zayıf yok. Bravo çığlıkları ve alkış sesleri... Birazdan... Saf gibi eve götürdüğü karnesini babasına gösterdikten sonra, bir çeşit "kestane kebap" şeklinde oturan komşu çocuğuna doğru açılıyor aynı karne, hoop; iki zayıf, iki geçer, gerisi üç ve dört... Az sonra... Eve gelen ama "affferim harçlığı" verme ihtimali çok büyük olan dedeye doğru açılıyor aynı karne, hooop; hepsi 5 ve üstelik içinde "takdirname" bile var... Bir yanık kestane biçiminde oturan komşu çocuğu diyor ki heyecan içinde: "Abi be, acı bana, beni de al yanına, şapkada yaşayan tavşanın altını temizlerim, az uyur, az yemek yerim, fazla da harçlık istemem. Ama bir tek şartım var, benim karnemi sen göstereceksin bizimkilere! * -Anneee, bak, üstüme gelmeyin; anneanneme ansızın gösteririm karnemi, görürsünüz! Bildiğiniz gibi kalbi, şekeri ve yüksek tansiyonu var kadıncağızın! Sonra bunun vebalini kim ödeyecek? En basit ve tehlikesiz yolu ise bizim sınıfın çocukları bulup, yıllarca da uygulamışlardı. Kural basit: Sınıfın en eli yüzü düzgün karnesini bir kenara ayıracaksınız. O gün akşama kadar mahalle arasında, gürültü çıkararak futbol oynayacaksınız. Vakit alacakaranlığa dönünce "hep aynı karneyi" sırayla bütün anne ve babalara göstereceksiniz, grup olarak! Sabaha kadar karne hikâyeleri anlatırım burada. Ama yeni hikâyelerin yazıldığı bu hafta sonu, sözü sazı; karnesindeki "çeşitlilik" bir mevsim salata kadar bol olan kardeşlerime bırakıyorum. ;)