Aşk; Koca bir sahra topunun ağır güllesiydi, kucağımda taşıdığım... ?.. * Kucağımda taşıyorken aşkı, ağır güllesi gibi koca bir sahra topunun; yıkıldım sırtüstü... Kocca gülle de, bir gözyaşı damlası gibi vurdu göğsüme!.. Üzerine kor düşmüş pamuk yığını gibi, delindim!.. Ve, mendile doldurulmuş kezzap gibi aktı içim; Yerlere serildim!.. * Kızgın bıçaklar ile dilinmeye başlandı benden sonra, peynir ve tereyağı kalıpları... Paramparçalanmanın ismi oldum, dilimdilimlenmelere adım kondu!.. * Aşk; ateş giyinmiş bir demir güllenin surları delişiydi, burçları devirip kuleleri indirişiydi... Aşk; bir tavşan yavrusunun mızrakla avlanışıydı. ..... Eyy gidi çâresizlik!.. Sivri dişi, pençesi, zehri ve iğnesi hatta kükremesi bile olmamaktı, bu ahvâl... Kanat açıp kaçamamaktı... Sadece, hıçkırmaktı! * Saza geçmiş bir balık yavrusuydum artık! * Gördüğüm, kokladığım, ama tadını damağımda hissettiğim an sanki çarpıldığım, veya yıldırımları başıma isabet aldığım bir haldi bu... Hani su?.. Ve şimdi hani, diğer balıklar?.. ..... Ölmek, ve aşk nasıl şey?.. * Titriyordum... Önce damağına lezzet sürülüp, sonra saza geçirilen bir yavru balıktım artık; Yani, kızgın yağa müstahak!.. ..... Aaaaah!..