Dokunamıyorum sana... Fakat, sen bana dokunuyorsun! * Dursam durulamayacak, kaçsam kaçılamayacak haldeyim senden! Üşüyorum... İçim daha çok savruluyor dışımdan ve dışım içimden fazla savruluyor; Senden, sana doğru... * Soğuk esen rüzgârlar gibisin şimdi... İçim üşüyor varlığınla! * Oysa, ne ayaz geceleri ısıtmıştım hayalinle ben! Kara bir kıştı. Siyah bir paltoya sarılmıştım nehrin üstündeki köprüde. Sen beni, ilk o resmimde görmüştün... Ben, artık görüldüğümü bilerek; Sobelenmiş bir çocuk gibi büzüşmüştüm köşeme... Yastığıma sarılmıştım... * Hani çoğu zaman; karanlıktayken ve yalnızken ve gözleri kapalıyken daha iyi görür ya insan; Görmek istediklerini!.. * Doğu ile batıyı, kuzey ile güneyi, esaret ile hürriyeti, inanmak ile reddi, gece ile gündüzü ayıran nehrin üstündeydik hani, yürüyorduk köprüde... Sular akıyordu köpüre köpüre, döne dolana... Çok sular, köprülerin altından; çok insanlar üzerinden geçiyordu köprülerin! Bize erişen zaman ise uçuyordu ağır kartal kanatlarıyla; Bizden de ötelere doğru!.. * Çay içmiştik, iyi hatırlıyorum nehrin kenarında... Çay güzel değildi ama gün güzeldi. Asfaltın iki yanındaki tepelere, yamaçlara, vadilere serilmiş olan gündöndü tarlaları en sarı yüzleriyle gülümsüyordu bana... Sana doğru gelirken... Halbuki elimde Vadideki Zambak vardı... * Papatyaları hatırlıyorum bir de okula yakın meydanda, bir de fayton yolunu... Sonra ciğerciyi ve çaycıyı sonra başka çaycıyı, ardından bir başka çaycıyı... * Sonunda, baktım ki; bir kucak ateş gibi, "cozz" diye düştü güneş yemyeşil toprağa... Yazık oldu!.. Bir ova dolusu papatyaya yazık oldu sanırım ilk önce. Sonra aydınlığa yazık oldu, ve sana yazık oldu!.. * Ben mi?.. Ben, ateşi kendinde... Fakat zamansız uçmuş bir ateşböceği gibiydim ya o gün... Zaten sen demiştin ya bana: "Ateş yâr olduğundan beridir, yangınların adına aşk denmiş!.."