Salata sever misiniz?

A -
A +

Bazen irkilirim; niye mi?.. Çünkü yazdığım yazıların, birileri tarafından "OKUNABİLECEĞİ" aklıma gelir!.. Yanişöyle; "Eyvah... Ya bu yazdığımı birisi okursa!.." § Ben, odamda tek başıma yazarım... Nefret ettiğim şey nedir biliyor musunuz?.. Yazdıklarımın, (elle, daktiloyla veya bilgisayarla yazmam farketmez) ben yazarken okunması... Yazı bitsin, hep beraber okuruz; ama henüz "pişmeden" aşımın parmaklanmasından hoşlanmam... § Dedim ya; eğer sürekli aklımda olsa yazdıklarımın birileri tarafından okunacak olduğu, sanıyorum ki yazamazdım bunları... Öyle olur ki; "Ya, bu da yazılır mı" diye hayret ederim kendime... Öyle olur ki; nasıl olup da böyle bir mahrem konuya girdiğime şaşarım, üzerime vazifeymiş gibi... Ama her sabah, yumurta yolları (sanıyorum) sancıyarak ısınan bir tavuğun haline benzer şekilde, içimde kıpırtılar, ısınmalar ve sancılar başlar... Ve ben onları not aldıkça yenileri üşüşür aklıma... Ne zamana kadar? Ta ki birini seçip, yazmaya oturuncaya kadar... Ne kadar sürer yazma işi? İşte o hiç belli olmaz... ..... Ama yazmasam, veya notlar alıp aklımdan silmesem bu gelenleri; arkadakiler sanki bütün "kanalları" doldurur ve sancı verir ki; bu, kafamın içinin şişmesidir sanki... Çünkü hem anlık olayları yaşamaya, hem yeni fikirleri harmanlamaya, hem de önce gelmiş olanları unutmamaya çalışma mücadelesidir ki; benim gücüm buna kâfi gelmez!.. § Bu muhabbet neyin nesiydi şimdi?.. Bu soruya verilebilecek, dünyanın en "uyuz" cevabını vereyim mi: Bilmiyorum!.. ..... Aslında yazının (şu ana kadar okuduğunuz) üst kısmını sonradan yazmaktayım... Onun için böyle "ıkıntılı" gidiyor, zorlanıyorum, farkındayım... Aşağıdaki "son"u yazdıktan sonra buna bir "baş" gerektiğini hissettim... Ama ne olursa olsun, eli kalem tutacak olanlara bir "çeşni" bir "çerez" bir "garnitür" sayılabilir yine de... İnsanı asıl besleyip büyüten "ana yemek" olsa bile, herkes sofrasında rengârenk SALATA olsun istiyor... ... değil mi? Alın öyleyse size bol yeşillikli bir salata: § İlyas Salman'ın, filmlerinde dolaştığı gibi dolaşırken hayatın içinde, bir fotoğraf makinesi görürüz ya aniden; ve gözüne ışık sıkılmış tavşan gibi bi'hal olur bize de kaskatı kesiliriz ya hani vidaları yağlanmamış bir tahta kukla gibi!.. İyi, dursun şimdi bu "fotoğraf" aklınızın kıyıcığında... ..... Tahmin ediyor musunuz, "yayınlansın" diye yazılmış yazılardan (bir kısmından haliyle, canım) niçin pek hoşlanmadığımı?.. Aklıma resimler geliyor çünkü, fotoğraflar geliyor ve sanki "şöööyle" oluyorum yazının kendi içindeki sıkıntısından... ..... Üç aylık bebeklerin ıkınıp-sıkındığını, kızarıp bozarmasını, gözlerini büyütüp dillerinin ucunu sıkışık dudaklarının arasından dışarı uzatışlarını, saçsız kafalarından boncuk boncuk terlemelerini seyredip kahkahalar attınız mı hiç?.. A, sahi mii, demek gördünüz?.. İyi öyleyse, bu resim de dursun bir tarafta şimdi. ... de salatayı tabağa yerleştirelim: § Hani durup dururken bir siyasi gelir kasabaya, Temmuz sonuna doğru... Hani durup dururken, adını bilmediği çocuklardan birini yakalar okulun müdürü, avucunda misketlerle... - Hşşt, der. Gel bakayım buraya... Sendin değil mi o, 23 Nisan'da bağıra bağıra şiir okuyan?.. Ne desin ki şimdi çocuk, zaten yakalanmış... Biraz korkulu, biraz endişeli; ayağının dibinde miyavlayan, titrek kuyruklu ve şeftali tüylü şu kedi yavrusu gibi, yalvarır sanki: - Heee!.. - İyi öyleyse, der "vazife üstlendirilmiş olan" müdür... Şu kağıtta ne varsa ezberleyeceksin ve meydandaki kürsüde okuyacaksın. Tamam mı?.. Bu "tamam mı"nın kaç tane cevabı olabilir ki!.. § Neticede, durup dururken çıkagelen siyasi kişi meydanın bir yanındadır işte. Karşı yanda ise "bu taraftakini" merak içinde görmeye çalışan diğerleri... İyi de, peki arada?.. Durup dururken, kaçmaya fırsat bulamadan, hem de her an "suç aleti" sayılabilecek elindeki misketleriyle yakalanmış olan çocuk!.. Üzerinde, aceleye geldiğinden karyolanın altına konup "düzlendirilememiş" olan mavi naylon gömlek... Onun üzerinde siyah, kalın, kısa kravat... Onun üzerindeyse geçen kışa evvelki kıştan kalma kahverengi ceket... Bu ceket kışın ne kadar da rahattı, ama demek ki Temmuz sonlarında pek de hoş olmuyormuş içinde durmak!.. Bu ceket geçen kışa evvelki kıştan kalmış da, çocuk bu yaza üç sene önceki yazdan kalmamış!.. Bu ceket "dımdırınık"; yani çocuk, pirinci şişmiş sımsıkı bir yaprak sarması gibi!.. Hava sıcak... Bu ceket sıcak!.. Bu yazı ise yazdan da sıcak!.. Çocuk, güneşten yanmış boynunu bir kaplumbağa boynu gibi uzatıp durmakta, ama yine bir kaplumbağanın kabuğundan çıkamaması gibi ceketinden çıkamamakta... O yüzden nefes almadan durmakta... Muhtar çocuğun kulağının dibinde güya tebessüm ederek gizli bir tehdit sıkmakta: - Hişşt, len... Eyi oku haa, bu möhüm bi adamdır!.. Çocuk nefes aldıkça gözleri yerinden fırlayacak gibi... Nefes almadan nutuk mu çekilir?.. Çocuk tepesine kadar ter içinde... Çocuk meydanın tek ceketlisi!.. Beyaz göynekli ve alaca gıravatlı möhüm adam el sallamakta ahaliye, çocuğa bakan yok; ama çocuk ter içinde!.. § Sıkıntı mı bastı size de? İyi, rahatlayın öyleyse... Kime yazarsanız yazın, ama "ter"lemeyin kağıtların üstüne!.. Rahat olun; en azından nefes alabilecek kadar!.. İlyas Salman'ın, filmlerinde dolaştığı gibi dolaşırken hayatınızın içinde, bir fotoğraf makinesi gördüğünüzde aniden; gözüne ışık sıkılmış bir tavşan gibi bi'haller olup da, kaskatı kesilmeyin yani vidaları yağlanmamış bir tahta kukla gibi!.. Rahat olun, çünkü yazdıklarınızı hiç kimseler okumayacak, benimkileri okumadıkları gibi... Hadi, rahatlayın... En azından benim kadar!

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.