Sevmek için göğün kubbesi altında olmamız yeterdi; sevişmek için çatı arasak da!.. Sevmek; bakmadan bile olur, ama onu hep görerek. Sevişmekse; karşılıklı sevmek veya dokunmak, dokunulmak... * Bizler, zaten seviyorduk. Gökyüzünün altından başka şey lazım değildi sevgimize. Fakat bunu göstermek için birer çadır edindik. Mutluyduk. Orada sevdiğimizin elini tuttuk... Daha çok sevebilmemiz için duvarlarımız olmalı, dedik sonra. Çatılarımız olmalı, dedik... Peki, şimdi bu duvarların arası boş mu kalmalıydı? Yere halılar, döşekler serdik. Sonra döşekleri sedire, sedirleri divana, divanları karyolalara tebdil eyledik. Çivideki kıyafetlere dolap istedik, sonra da bu dolapları doldurmak istedik. Elimizin altında çekmeceler, masalar, raflar istedik. Bir gün baktık ki bu dört duvar arasına sığamıyoruz. Severek edindiğimiz eşyalardan da vazgeçemeyeceğimize göre; daha çok seveceğimiz daha büyük evlere taşındık... Fakat ortadaki şu boşluk büyük bir koltuk takımı istiyordu ve yanına yemek masası. Perdeler de bu ev için uygun değildi zaten ve şu köşede de gümüşlük vitrini yoktu. Mutfak yenilenmeliydi, banyo düzenlenmeliydi, salonun ekran ve ses sistemi modaya uydurulmalıydı... Ne yöne baksak severek aldığımız üç, beş, on eşya vardı gözümüzün önünde ama bu doluluğun içinde "biz" neredeydik? * Sevmem için seni ve sevmen için beni "hiçbir şey" idi ihtiyacımız olan; fakat biz "her şey" derdine düştük... Dönerken dokunup da birbirimizden rahatsız olmayalım diye yatakları ayırdık ve sonra yatak odalarını ayırdık. Dedik ki; çok yakınız bak, şu duvara vursak duyarız birbirimizi zaten cep telefonları elimizin altında. Sevmek için gök kubbenin altı bize yetiyordu hani? Yetecekti yani, öyle diyorduk... Ama her nasıl oldu ise; yataklarımız, odalarımız, çatılarımız "gök kubbenin dışında" kaldı!..