Tolstoy'un, ahlâkî ve dinî değerleri öne çıkardığı hikâyeleri, ülkemizde, "İnsan Ne İle Yaşar?" adıyla kitaplaştırılmıştı; bu ismi pek sevmiştim o zamanlar... Sonrasında, "insan ne için yaşar?" sorusuna cevap aramaya başlamıştım. Bu iki sorunun fikrî arka planından çok, ortaya koyduğu doğrudan çağrışımlar üzerine düşünmüştüm: İnsan; ahlâkla, inançla, doğrulukla, iyilikle, vicdanla ve insan, böyle yaşadığı sürece hayatının sonundaki 'mutlak ödül' için yaşar, yaşamalıdır da... Ülkemizde şiir, insan için ve inadına yaşıyor... "Keçi geberse de kuyruğunu indirmez" diye bir deyim vardır; bu deyim, genellikle bir şeye körü körüne inanan ve bu inanışı saplantı haline getiren kibirli ve gururlu kimseler için kullanılır. Kendi düşüncesini/ eserlerini fildişi kulenin en doruğunda görüp de başkalarını 'hiç' mesabesine indirenleri çok güzel anlatır. İnadına bir varoluş mücadelesi ile giderek yok oluşa doğru yöneldiğinin farkına varmaz böyleleri; hep 'ben' der ve bozuk plak gibi cızırtılı bir sesle tekrarlayıp durur kendini... İşte bu tür insanların gözü kördür, bütün algı sistemleri bozulmuştur ve çevresinde olup biten bütün güzel şeylerden rahatsızlık duyarlar; çünkü, öngördükleri bir gidiş değildir şahit oldukları... Kentin edebiyat kulelerini zaptetmiş böyleleri, hem kendilerine, hem edebiyata, hem de kendini edebiyatın masum ve saf gerçekliğiyle ifade etmeyi seçenlere haksızlık yapıyorlar. İşte şiir, bu tıynetteki kişilere rağmen yaşıyor, inadına... Oysa onlar, Behçet Necatigil'in "Ardımdan dökülen su,/ Ben gidince nem kalır" mısralarını bilseler (ya da içselleştirebilseler), kendileri için ortaya koydukları varlık mücadelesinden vazgeçip biraz da çevrelerinde olup-bitenlerle meşgul olmayı -en azından- denerler... Ülkemizde şiir yaşıyor; hem de inadına... Şanlıurfa'da, Konya'da, Adapazarı'nda, Ordu'da, Tokat'ta, Kahramanmaraş'ta, Erzurum'da, Bursa'da, Gümüşhane'de, Eskişehir'de, Trabzon'da, Kütahya'da vb... şiir yaşıyor ve Anadolu topraklarından beslenen yeni şiirler söylüyor genç şairler; dükalık haline dönüşmeye başlayan İstanbul ve Ankara bu genç şairleri görmezden gelseler de... Büyük dergilerindeki küçücük şiirleri ile küçücük dergilerde büyük şiirler yayımlayanları umursamayan 'ulu' şairlere ve editörlere rağmen, Türk şiirinin yeni bir vadiye doğru, hem de yepyeni imajlarla, tekniklerle açılmaya başladığını takip etmek beni heyecanlandırıyor. Şiiri, 'profesyonel' bir uğraşa/ işe dönüştürüp -ve hatta şiirin sırtından büyük paralar kazanmak için taklalar atan-, kendine bir piyasa oluşturmaya çalışan 'büyük' şairler, "kör atın kösteğine dolanması" gibi kendilerini ve çevrelerini diri tutmak için bütün hünerlerini gösterseler de, sonunda gerçek ve sahih şiir onların üzerine beyaz bir çarşaf örtecek! Sadece Anadolu'da değil, büyük şehirlerde kendi türküsünü söyleyen ve 'şiir abileri'nden uzakta kalmayı tercih eden şairler de 'mutlak şiiri'n izini namuslarına hiçbir halel getirmeden sürdürüyorlar, sürdürecekler. Şiir yaşıyor, hem de inadına... Kendilerini vazgeçilmez görenlerin bütün inkârcı inatlarına rağmen... Onların kulağına küpe olsun diye, Necatigil ustanın "Ölüm Vakti" şiirinden şu mısraları yeniden fısıldıyorum ve kendilerine gelmelerini diliyorum: Eskiden sandık odalarında daha bir süre Pek göze batmadan yatılabilirdi, Şimdiyse sabırsız bekleyenler varsa Tez boşaltmak gerekir şilteleri.