Sabah, bir daha uyku tutmadı... Düşündüm; bu saatte, günün aydınlanmasını beklerken ne yapılır, diye. Balkona çıktım. Karşı bloklardan birinin balkondaki kadın da kalkmış evini havalandırıyor, kahvaltı hazırlıyor. Tortop olmuş küçük bulutlar var gökte sanki ipi üstünde uçup gitmiş çocuk balonları gibi... Hemen onların altından geçen üç beş martı, bir küçük karga sürüsü ve daldan dalda oynaşan serçeler ve diğer küçük kuşların cıvıl cıvıl sabah sesleri... Pencere kenarındaki fesleğen... * Fesleğen kokuları ve serçe sesleri arasında aklıma size yazmak geldi. Sabahın ilk saatiyle yazmak geldi... Hayatımda ne kadar önemli bir yeriniz var benim. Hatta size yazmak olmasaydı acaba hayatımın anlamı ne olurdu? Ben "kim" olurdum, ne yapıyor olurdum, nasıl tanınırdım, nasıl anılırdım, itibarım ne kadar olurdu ve acaba ardımda ne bırakırdım? * Size yazmak; sabahları yüzünü bile yıkamadan çayın suyunu koymak gibi, ya da kapıdan gazeteyi almak gibi, akşamları çöpü çıkarmak gibi... Size yazmak; yaşına aldırmadan salıncağa binmek gibi... Size yazmak; sevincinizi haykırmak ve hüznünüzü en derinde hissetmek gibi... Size yazmak, sanki bir görev gibi... Size yazmak; yakın olmayı istemek ama fazla yakın olmaktan korktuğu için de yaklaşmaktan kaçmak gibi. Size yazmak, sizi yazmak; sizi yaşamak gibi!.. * Bugün işte böyle bir gün, biliyorsunuz... Babıâli Şenlikleri bu sene de yapılıyor ve biz (18 Eylül 2011 Pazar) öğle saatlerinde oralarda olacağız. Türkiye Gazetemizin standı, Sultanahmet Meydanı'ndan geçen tramvay yolunun hemen kenarında. Vakti olanları bekleriz.