-Bu kedi de ne biçim miyavlıyor bugün, dedim. -Nasıl miyavlıyor ki, dedi annem. Zaten birkaç gündür tırmıklıyor herkesi, yoksa başına bir hal mi geldi?.. Hep beraber sundurmanın altına çıkıp dinledik; aslında ses, miyavlamadan çok bir sızlanmaya benziyordu... -Kedi değil bu, dedi babam. Galiba köpek yavrusu... * Beş basamaklı merdivenden bahçeye inip; ileride, sebze ekili kısmın kenarına çekilmiş yeşillikler sarılı telin yanından yürüyerek bahçe duvarının köşesine kadar gittik. Kısa bacaklı köpeğimiz de ardımızdan koşuyor, telaşlanıyor, diğer taraftan gelen sesleri dinleyip kendine has cevaplar veriyordu. En arkadaysa, az evvel başına bir hal geldiğini sandığımız kedimiz yürüyordu... Yaklaştıkça ses yükseldi, ve bunun bir yavru köpeğin ağlaması olduğu iyice anlaşıldı... * Babam ve ablam ayak parmaklarının ucunda, duvarın üstündeki kiremitlere abanmış, sesin nerden geldiğini anlamaya çalışıyorlardı. Ben ise babama yakın duruyor ve; "bana da göster, bana da göster" diyordum... Bir kovadan az büyükçe iki fıçı vardı köşede, iç içe. Onları çekti babam, ters çevirdi. Elimden tutup beni üzerlerine çıkardı. Şimdi, arka taraftaki fasulye, biber karıklarını, çılgın gibi büyüyüp ortalığı kaplamış kabakları ve çevrelerine umursamadan yükselip gitmiş sarı püsküllü mısırları görüyordum... Ablam birden, henüz ağaç denemeyecek kadar küçük, ama yine de birkaç kilo meyve verecek kadar irileşmiş olan ceviz fidanına doğru elini uzatarak; -Orda, işte orda, dedi... Bakın, galiba tele sıkışmış!.. Babam, daha da yaklaşarak yavruyu görmeye, ablam sesin geldiği yeri göstermeye çalışırken... Ben, tam o sırada, aksi yönde, sebzeliğin içinde o köpeği gördüm, o köpeği!.. Beyaz üzerine, kahverengiye yakın koyu sarı lekeleri olan o pis köpeği... Sarkık memeleriyle işte orda, yaprakların arasındaydı... "Sevmediğin bir hayvan göster" deseler, hiç tereddüt etmeden, hemen bunu gösterirdim! ..... Geçen kış, komşumuzun iri köpeği Sarı ile beraber görmüştük onu ilk defa. Nerden geldiğini bilmiyorduk. Gelmiş ve geldiği gün de onların bahçesinde yatmaya başlamıştı... Bütün çocuklar mahallenin bütün köpeklerini, mahallenin bütün köpekleri de hepimizi tanıdığı halde, o; asıl yabancının kendisi olduğunu anlamayıp havlıyor, üzerimize koşuyordu... Okula giderken veya okuldan dönerken, çoğu gün yolumuzu bile değiştiriyorduk onun korkusundan! Meğer dişiymiş... Dişi olanlar erkek köpekleri etrafına toplar ve insanlara böyle havlarmış. O günlerde, onun bana gene havladığını her söylediğimde, babam; -Ahtım var, bir gün yakalayıp şunu iyice döveceğim, diyordu. Aradan biraz zaman geçti. Ahırın köşesinde doğurduğunu öğrendik. Hatta gizlice, fareyi andıran yedi tane tombul yavrusunu görmeye bile gittik... Fakat komşuya kapılanmış olan bu hayvan, şimdi de yavrularını koruma bahanesiyle kimi görse havlayıp, korkutmaya başlamıştı... * Ben bunları düşünürken; alt yoldan kuzularıyla birlikte bulunduğumuz hizaya gelen komşu dede bizi selamlamış... Babam ise ona; annesinin bulunduğu yana telin içinden geçmeye çalışan, tabii ki bunu başaramayınca da ağlayıp sızlayan, avaz avaz bağıran yavruyu göstermiş... O da, otların arasında attığı birkaç iri adımda yavruyu bulmuş, ensesinden tutmuş... Köpek yavrusu ise aynen içine su doldurulmuş bir balon gibi uslu uslu sarkarak, sesini kesmiş... Ve birazdan da annesine kavuşmuştu!.. * Hemen o dakika olmasa da, sonradan başka şeyler geldi aklıma... Anladım ki, bütün mahalleyi rahatsız eden, sağa sola saldıran bir köpek bile olsa; şu dünyada her canlıyı sevenler var... Onun yanında olmak isteyenler var... Onun her yaptığı kendilerine hoş gelenler var... Ondan uzakta kaldığı zaman ağlayıp, gözyaşı dökenler var... Çevredeki hayvanlara yeniden, başka açıdan bakmaya; ve insanları, yeniden, farklı biçimde anlamayı denemeye başladım...