Ne "tuğra"nın kutlanmaya ihtiyacı vardır, ne de Mehmet Han'ın... Öyleyse neden "Tuğra Günü'nü kutlayalım" diyoruz, biliyor musunuz? Çünkü doğru simgeler bizlere ışık olur, semboller insana yol gösterir. Ve belirlenmiş hedefler, dağları aşırtır!.. * Resimler çizilmiş, notlar yazılmış deftere bakıyordu Hüma Hatun. Sanki oğlunun gizli hayalleri vardı, kırmızı ciltli bu defterin sayfalarında... Bir yere gelince durdu. Burası defalarca çekilmiş tuğralarla doluydu. Oğulcuğunun, acemi imzalarıyla yeri göğü kaplamaya çalıştığını düşünüp gülümsedi. -Bunlar nasıl tuğralar (padişah imzaları) böyle yavrum, dedi annesi... Sanki direkleri olmayan çektirilere (kadırga, gemi) benziyorlar!.. Küçük Mehmet ise; -O çektirilerin direğe, yelkene ihtiyacı yok ki anne, dedi... -Çizdiğin her tuğra birer çektiriyse; arkadakiler, hani şu ardı ardına dizili olanlar... Onlar neden böyle yukarıda? Hem bunların altındaki nasıl deniz ki? Düz değil, sanki tepe gibi eğimli çizmişsin?.. Bir an bakıştılar. Genç şehzadenin parlak siyah gözlerinde ışıltılar uçuşsa da, artık konuşmadı. O zaman Hüma Hatun kendine çekti oğlunu. Saçlarının siyah kıvrımlarına parmaklarını sokup, beyaz alnından öptü onu... * İkinci Murad Hân'ın oğlu ve İkinci Bayezid'in babası olan İkinci Mehmed Han yedinci Osmanlı Padişahıdır. 1429'da Edirne'de doğdu. 1451 senesinde vefat eden babasının tahtına geçti. 30 yıllık hükümdarlığında 2 imparatorluk, 14 devlet ve tam 200 şehri Osmanlı toprağına kattı. 52 günlük kuşatma sonunda İstanbul'u da İslam topraklarına dâhil ederek, Sevgili Peygamberimizin müjdelediği o büyük "Fatih" oldu. En önemli özelliklerinden biri; ilme olan tutkusu ve âlimlere olan hürmetiydi... ..... (NOT: Bir sonraki yazıda ise; "Tuğra Günü'nün, neden 22 Nisan olduğunu" öğreneceğiz.)