Yeşilay "renginden" kaybetti!

A -
A +

Bizler yetmişli yıllarda büyüdük... Şimdi burdan, çocukluğuma doğru bakıyorum da; hafızamın en derinlerinde bulup zihnime serdiğim ve ipek gibi bir sevgiyle seyrettiğim o yılların duruluğu ve safiyeti sonraki yıllarda, bir daha olamadı!.. Kim inanabilirdi bu kadar değişebileceğine ki her şeyin, bilmiyorum! "Adile anne/Münir baba" filmlerinin otuz senedir sürekli seyrediliyor olmasının en önemli sebebi, belki de işte bundandır: Duvarımıza asılmış eski bir mutluluk fotoğrafı gibi, bahsi geçen yılların ekranlarımıza gelmesindendir... * Sonra, her koldan sarılıverdik... Huzur kalemizin bütün surlarına gülleler yağmaya başladı! Öyle ki; futbol bile konuşulmaz olmuştu da, hangi takımın şampiyon olduğunu fark edemiyorduk... Bütün felaket zamanlarında toplandıkları gibi bir araya toplanmıştı insanlar. Ama bölünmüşlerdi artık kesilmiş elmalar gibi, diğerlerinden ayrılmışlardı! Karşı karşıyaydılar, kendi yarılarıyla yumruk yumruğaydılar, gırtlak gırtlağaydılar!.. "Parçala ve yut" taktiği aksamadan çalışıyordu!.. Parçalanmış olan insanlar küçük lokmalar halinde yutulmadan evvel, şimdi bir de alkole yatırılacaklardı ki; kendi özlerinde mevcut bulunan değerlerinden koparılacaklar, duyarlılıklarından soyulacaklar, hislerinden arındırılacaklardı!.. Bir anda memleketin bütün sokakları ve çoğu gazeteler ve dergiler ve televizyon ve radyo kanalları (özellikle de) bira reklâmlarıyla doluvermişti. Bakkallarda, kahvehanelerde, vapurlarda, trenlerde hatta stadyumlarda bile bira satılıyor, bira içiliyordu... O kadar fazla bira reklâmı yapılıyor ve o kadar kolay bulunup, o kadar çok taraftar topluyordu ki; önce "ayıp mı, değil mi" diyerek, sonra "yasak mı, değil mi" diyerek, sonra "günah mı, değil mi" diyerek sorgulanmaya başlandı bira!.. "Sahte din adamları", kendilerine sorulan kasıtlı sorulara yanlış (anlaşılabilecek) cevaplar veriyor, aile büyükleri kendi çocuklarına söz geçiremiyordu artık... Basın mı?.. Sesi çıkmıyordu! Çünkü bütün reklam gelirlerinin (belki de) yarısı biracılardan geliyordu. Bira, elbette, karakışın ilk rüzgârıydı! * Bütün o bitmez tükenmez karışıklıklar ve kavram kargaşaları içinde... İçkiye "cö" diyene "öcü" dendiği ve yeşil ceket giyene bile "mürteci" damgası vurulduğu zamanlarda... Sessiz ve ısrarlı bir çaba vardı, herkesin bilmediği... Yeşil bir filizin yeşil kalma çabası gibi bir şeydi bu... Hem de; bahçesine dikmek için ağaç isterken; "rengi yeşil olmayanı yok mu bunların" diye sorabilecek dinozorların yaşadığı çağlarda!.. Bir kara mizah cümlesi yazayım buraya, ister gülün ister ağlayın: Yeşilay; "renginden" kaybetti bunca zamandır! Yeşilay'ın bu güne kadar "yeşil" kalmasının kolay olduğunu mu sanıyorsunuz? Yanılıyorsunuz! Yeşilay; yeşille beslenen koyunların bile etini yemeyi reddeden "antiyeşiller" ile, suya sabuna dokunmamak için teyemmüme yeltenen "sözde yeşiller" arasından çıkıp geldi bugüne kadar... Yani hiç desteksiz geldi, ve çok köstekli geldi... * Peki şimdi bu yazı niye yazıldı? Yeşilay, imaj değiştiriyor... Sadece sigaraya ve alkole karşı değil, madde bağımlılığı ve bütün zararlılara karşı toplumu uyandırma vazifesine talip olmuş geliyor... Televizyon yayınları ve yepyeni, pırıl pırıl bir dergi ile yola çıkmış geliyor. İşte bu yazı; çok zor, ama çok da kıymetli olan yürüyüşü alkışlamak üzere, ayağa kalkmış olmak için yazıldı... * Öyle veya böyle varılacak, varılacak olan yere bir gün... Birileri; "keşke, çorbada keşke bizim de tuzumuz olsaydı" diyecek... Birileriyse; "iyi ki, omuz omuzaydık" diyecek... ..... Şimdi soru şu: Birileri vardığı zaman hedefe, siz; "ne diyenlerden" olacaksınız?..

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.