Komşumuz ölüverdi. Ansızın... Gün doğarken işine gider, geç saatlerde sessizce gelirdi. Sabah duyuldu vefat haberi. Çeşitli tahminlerde bulunduk... Saat biraz yürüyünce üst kata çıktım. Hiç tanımadığım hısım ve akrabaları evde toplanmışlardı. Onlar da tanımak için bana bakıyorlardı. Kime başsağlığı dileyeceğimi bilemedim... Sabahın erkeninde içine baba acısı düşen oğul odasına kapanmış; kız kardeşi başka şehirde okuyor, annesi bir süredir kızının yanında, abi ise cenazeyle meşgulmüş... * Erkeklerin üst katta olduğunu söylediler, içerideki merdivenden yukarı çıktım. Duvarda atlı resimler, mutfakta meyve çayları, raflarda çerezler, terasta limon fidanları. Koridorda yürüme bandı... Koltuklarda oturan şu üç kişi kim, bilmiyorum. Birkaç cümleden başka konuşmuyoruz. İlk defa giriyorum bu eve zaten ve hatta "öldü" denen doktor beyle de karşılaşmalarımız beşi, selamlaşmalarımız üçü geçmemiştir. Bir kere de oğlunun düğününde konuşmuştuk ayaküstü... Nasıl yaşar olduk bizler böyle, hepimiz! * Öğlen sesler duydum. Üniversiteli kızla annesi gelmişler. Zor tabii; hem yol yorgunu hem de ani gelen bu acı. Tansiyonuna bakmışlar, çok yüksek. Fenalaşmış ayıltmışlar. Sonra bir iğne yapmışlar... Biraz sonra sakinleşmiş evin hanımı. Ve az sonra, gözleri kapanmaya başlarken: "Ben onun yatağında uyuyacağım" demiş! Yıllardır çıkmadığı üst kata çıkmış, merhum doktor beyin odasına girmiş, yatağına uzanmış ve sıcak gözyaşlarını yastığına içirmiş... Bu dubleksin üst katına dışarıdan başka bir giriş daha vardı. İç merdiven ise kapatılıyormuş. Ve şimdi bu yatakta ağlayan kadıncağız yıllardır bu daireye bile hiç girmemiş. Biraz da onun için böyle ağlıyormuş! * Hayat acaba kaç incir çekirdeği? Ve bizler, acaba onu nasıl dolduruyoruz!