Hani, ısıtır ya güneş... Hani güneş ısıtınca yanakların gibi kızarır ya her elmanın iki yarısı!.. Hani, bir elma gibi ısınır ya dünya... Hani döneeer, döneer, döner ya başı; başına ışık dolanırken!.. Ve sen... İle ben, sarılırız ya üstüste; gece ve gündüz gibi!.. Hani birimiz aydınlanırken diğeri kararır, veya birimiz açarken perdelerini diğeri yakar ya ışıklarını; Aynı kuşak olsa da sarılan, üzerimize!.. § Sen... Ve ben... Sarılırız üstüste, gece ve gündüz gibi!.. Sarılırız üstüste, ilk ve son bahar gibi!.. Sarılırız üstüste, soğuk ve sıcak gibi!.. Bir oyundur sanki bu üstüstelikler; el üstünde el gibi... ..... Üst üste sarsa da güneş bizi; aydınlık olmaz geceler, veya karanlık olmaz günler, yahut kar yağan yazlarla ısıtan soğuklar olmaz!.. Sen ve ben sarılırız üstüste; sen benim ve ben de senin devamın olarak... Lakin, hiç bir kediye yakalanmaz kuyruğu!.. § Sen ve ben... Her ikimiz diğerine mecbur olan mahkûmuz; Çırpınan kanatları gibi bir kelebeğin!.. § Sen bana ve ben de sana; harmanda dökülen ter, soğukta tüten buhar kadar, aidiz!.. ..... İşte bu aidiyettir seni bana ve beni sana mecbur kılan... Birimiz sağda, birimiz solda da olsak; birimiz o tarafta, birimiz bu tarafta da olsak; birimiz öyle, birimiz şöyle de olsak; biz "bir"iz!.. Biz, bir kelebeğin birer kanadıyız; Kanadıkça içimiz, biliriz; kanar, ancak biribirimizin avuçlarından susuzluğumuz!.. § Deriin bir boşluktadır dünya; yarısı karanlık, ve yarısı aydınlık... Ama "hep" yarısı karanlık ve yarısı aydınlık olan dünyanın ayırsana karanlığını aydınlığından... Kessene ortadan da; bir parçası hep gece, biri hep gündüz kalsın!.. § Sen ve ben, sarılırız üstüste gece ve gündüz gibi!.. Bir oyundur sanki bu üstüstelikler; el üstünde el gibi... Sen ve ben sarılırız üstüste; sen benim, ve ben de senin devamın gibi... Lakin; Hiç bir kediye yakalanmaz kuyruğu!..