Aslında aylar oldu yayınlandığı... Ama ben yeni okudum. İskender Pala "İki Darbe Arasında" isimli kitabında, askerlik macerasını anlatıyor. Deniz Kuvvetlerindeki yıllarını... "Divan Şiiri Sözlüğü"nün yayınlandığı zamanları hatırlıyorum. Çok kere sohbet etmişliğimiz vardı ama bir deniz subayı olduğu, İskender Pala ismiyle beraber yer etmemişti hafızamda... Şimdi kitapta okuduklarımın içimde uyandırdığı öfke, o yıllarda bunun farkında olmayışımın hayretini yaşatıyor bana... Demek ki, yaşadıklarından çok, hemhal olduğu "Divan Edebiyatı"yla arz-ı endam etmiş o sohbet vakitlerinde... Kitapta anlatılanlar, yani İskender Pala'nın yaşadıkları, "kol kırılır, yen içinde kalır" düsturuna tabi olacak arızalar değil. Aksine, bizim asırlık yaramız ve üstünün örtülmesi, görmezden gelinmesi, o yarayı derinleştirmekten başka işe yaramaz/ yaramadı da... Ordu, bizim ordumuz... Varlığımızın en hayati parçalarından biri... İnancımızdan ve geleneğimizden süzülen "mukaddes" hislerle sarıp sarmaladığımız, her zaman bir neferi olmaktan gurur duyduğumuz teşkilat... İçindeki, "millet"le ters düşen reflekslerin hiçbir mantıklı zemine oturması mümkün değil. Orduya saygı ve bağlılığımız, kaynaşmamıza mani olan yersiz ve anlamsız uygulamaları hoş görmemize yetmez. Yetmemeli... Onun için "İki Darbe Arasında" vatansever bir "subay"ın "acı"sı olmak bakımından özellikle önem taşıyor. Çünkü biz, ordunun karşısında değil, yanında ve içindeyiz. Aksi düşünülemez. Akıllara ziyan çileye rağmen, İskender Pala da, hep yanında ve içinde olarak sürdürmüş haklı ve insani mücadelesini... Artık görmek zorundayız: Ne bu yarayı yok sayabiliriz... Ne de "Peygamber Ocağı"na aşkımızdan vazgeçebiliriz... "Asker Millet" değil miyiz?