Enteresan bir milletiz. Ayasofya'nın müze oluşu içimizi burkar. Minarelerinin ezansız kalışına üzülürüz... Fakat tarihi yarımadayı bir bütün olarak meyhane haline soktuk, umurumuzda değil. Üniversiteye başladığım yıl, çalışmaya da başlamıştım ve İstanbul'un kalbi Sultanahmet hemen yanı başımdaydı. İlim, irfan, kültür, matbuat bu tarihi atmosferi tamamlayan bir tabii örtüydü sanki. Hangi sokağa girseniz bir medrese, bir vakıf, bir kültür merkezi veya yayınevi... Hangi caddeye çıksanız karşınızda bir camii veya arka planda Sultanahmet'in, Ayasofya'nın heybeti... Şimdi turizm şehvetiyle, orada değerli ne varsa söküp attık. Belediyelerin ve otoritenin bu konudaki sorumsuzluğu anlaşılır gibi değil. Artık meyhanelerin arka fonunda yükseliyor o heybetli eserler. Ve en az Ayasofya kadar yaraladık hepsini. Tamam turizme ve turistlere ortam hazırlayalım. Ama bunun yeri tarihi yarımada ve onun manevi atmosferi olamazdı. Bu yapılamazdı. Maalesef para hırsı her şeyin önüne geçiyor. Geçtiğimiz gün olağan kongrede tarihi bir konuşma yapan Başbakanımızın Sultanahmet ve Cağaloğlu'nun ara sokaklarında gezmesini ne kadar isterim. Acaba bu rezilliğe yüreği dayanabilir mi? Medreselerin duvarlarındaki sarhoş kusmuklarına kayıtsız kalabilir mi? Ezan sesiyle harmanlanan anason kokusuna tahammül edebilir mi? Biz Osmanlı'nın ve medeniyetimizin kalbine bu hançeri saplarken, Balkanlara, Ortadoğuya, Kafkaslara, Kuzey Afrikaya hangi yüzle sahip çıkacağız. Hoşgörüye eyvallah ama içilecek yerle, tefekkür edilecek yeri birbirine sokarsan ortaya sadece rezillik çıkar... Sultanahmet'i ve Cağaloğlu'nu işgalden kurtarmak için bir "Fatih" lâzım.