Bazı şeyleri anlatmak çok zordur... Bu zorluk anlatılacak olanın haşmetinden, mehabetinden, mükemmelliğinden kaynaklanır. O zaman kalem hareketsiz kalır; kelimeler yetersiz. Ve kurduğun hiçbir meth-ü sena cümlesini, o mükemmelliğe yakıştıramazsın... *** Bu anlamda her gayret bir cürettir. Ve o yüzden yazılanların çoğu, "anlatılamayacağı" hakkındadır. Rabbimizin merhametini nasıl anlatırız mesela? Veya anlatılanlar o merhameti tam manasıyla çerçevelemeye kâfi gelebilir mi? Demek ki bu bir "yeterlilik" meselesidir. O Yaratan'dır... Yazan ise "Kul"... "Yeterlilik" kul için anlamsız kalır... *** Mesela bir hadis-i şerifte iyilik yapmayı anlatırken, "Veren, alandan daha çok sevinmedikçe..." diye bir ifade vardır. İnancımızın övdüğü iyiliği ve cömertliği bu pencereden bakınca nasıl anlatabiliriz ki? Kalbi olanlar için sadece coşturan ve "pes" ettiren bir ahlâkın, alemlerin Rabbinin sevgili tarafından söylenişidir. Hadi bunu anlatın şimdi... *** Yazmak cürettir. Ve insanı haddini aşmaya zorlar... Halbuki "kul"luk makamının belki de en haysiyetli sergilenişi, susup o "haz"zı yaşamak ve "şükür" için çırpınmak olmalıdır; anlatmaya cüret etmek yerine... *** Aşkla söylenmiş gerçek ilahiler bunu terennüm etmeye çalışır: "Ben dost cemalin görmüşem... Huri cinânı neyleyem.." Yunus "dost"u değil, halini anlatmaktadır. Yapılacak da başka bir şey yoktur.