Gündemimiz Avrupa'dan gelecek "aferin"ler ve "ikaz"lar üzerine kurulu... Adam önce sıkı bir "aferin" çekiyor; gevşiyoruz ve bir iki gün geçmeden "ama" ile başlayan bir cümle kuruyor; yutkunuyoruz... Yani Avrupa Birliği'nin dayattığı ve bizim gerçekten çok uzun zamandan beri ihtiyacımız olan reformlar meselesi olmasa, insanın "Avrupasına da, Birliğine de..." diye söylenesi geliyor... Amma velakin, adalet, hak, hukuk gibi temel kavramlardaki kasıtlı geri kalmışlığımızı "Avrupalılaşmak" adına hallediyor oluşumuz, acı olmasına rağmen faydalı ve çok sevindirici... Garabet şurada ve aslında hepimiz biliyoruz; adamların memleketleri temiz, örnek almalıyız. İyi... Adamlar çalışıyor ve okuyor; biz de yapmalıyız. Bu da iyi... İyi ama biz temiz olmayı ve çalışıp okumayı bilmiyor mu idik? Veya niye Batıya özenerek yapmak durumundayız? Bizim mukaddeslerimizin arasında "Oku" emri, "Temizlik imandandır" düsturu yok mu? Ha, orayı referans alırsak gerici oluyoruz, çağdaşlaşamıyoruz... Neyse... Doğruyu bir şekilde yapıyor olmak önemli... Tabii kendi gerçeklerimize ve inançlarımıza uygun bir silkiniş gerçekleştirebilsek, en azından millî haysiyetimiz açısından daha şık olacak. Ahmet Haşim "Bize Göre"nin "Başlangıç" yazısında, "... bilirim ki İngiliz milleti Hint mülkünden ziyade Shakespeare'iyle mağrurdur; bilirim ki İran zalim bir güneşin yaktığı kısır topraklar üzerinde mevcut olmaktan ziyade Hafız-ı Şirazi'nin nazmında, Behzad'ın resimlerinde ve seccadelerinin renkli bahçelerinde yaşıyor; bilirim ki İspanya ne Alphonse'un, ne de Primo de Rivera'nındır, fakat kızıl karanfilli Carmen'in vatanı ancak Greco ve Cervantes'indir..." diyor. İşte tam bu kısmı okurken ve medyanın görüntülüsünden ve yazılısından Avrupa Birliği dedikoduları hücum ederken, Türk milleti olarak neyle mağrur olduğumuzu, nerde yaşadığımızı ve neye ait olduğumuzu düşündüm... Halbuki, Avrupa Birliği'nin gönül rızasıyla almayı düşündüğü son ülkeyiz ve alacaklarsa bu elbette kendi menfaatlerinin ağır bastığındandır... Ve evet, biz de girmeliyiz, menfaatimizedir. Ancak, "dik durma" meselesi bıçak sırtındadır. Ve medyanın da, Avrupa Birliği arzulularının da, en azından Başbakanımız kadar ölçülü olması, gerektiği yerde "rest" çekmeyi bilmesi, kim olduğumuzu hatırlaması, değerlerimizi düşünmesi ve gündemi bizim gerçeklerimize doğru çevirmesi gerekiyor. İçimiz dışımız Avrupa oldu... Kendimizi unuttuk...