Bir bahar ikindisi... Ilık-serin sevimli bir hava... Ne yana baksan Osmanlı... Ne yana baksan tarih... Edirne ve eşittir camiler şehri... Hani Selimiye'den başka cami olmasa bile, Sinan'ın o muhteşem tacı bu unvanı tabii olarak teslim ediyor eski başşehrimize... *** Cami nedir? Bu basit soruya cevap vermek ve kolayca bulacağımız cevabı, muhteşem camilerimizin bugünkü haliyle karşılaştırmak durumundayız... Zaten "adını yanlış koyduğumuz" o kadar çok şey var ki şimdilerde kimliğimizi karartan... Onun için "Cami nedir?" sorusunu sormalı ve cevaplamalıyız... *** Cami ibadetgâhtır... Öncelikle ve kesinlikle ibadetgâhtır... Manevi ve mimari olarak ziyaretgâh oluşu kesinlikle ikinci plandadır... Aksini düşünmek ve dayatmak bu milletin birçok değerinden kopuşu gibi, dininden kopuşu ve yabancılaşmasıdır... *** Ilık-serin sevimli bir hava... Sevimli ve heybetli Selimiye... Sultanahmet gibi müzeleşmeye düçar hallerde; ne yandan baksan iki görünen dört minaresi adeta ağlıyor... Kapıdan girer girmez "Mahmutpaşa" mantığıyla kitap ve ıvır-zıvır satış standı... Önünde masa ve sandalyesi ile gelen geçenden yardım toplayan bir görevli... Onunla muhabbet halinde ikinci bir görevli... Caminin içi... Bahçesinde bile ayıp ve yakışıksız iken; caminin içi... Ne işi var orada satışın? Ne işi var orada yardım toplamanın? Ne işi var orada o sandalye ve masanın? Ve siz kimsiniz sinema girişlerinde bilet kesen görevliler pozisyonunda? *** Ortalık ana baba günü... Uygunsuz kıyafetlerle kendisini arkeoloji müzesinde zanneden bir yığın yerli ve yabancı ziyaretçi... Caminin bir köşesinde aynı Sultanahmet'te olduğu gibi namaz kılanlara ayrılmış bir tahta perde... Yani barikat... *** Ne burası? Cami... Yani ibadetgâh... Boş versenize... *** Bu milletçe yaşadığımız ve içimize sindirdiğimiz organize bir edepsizliktir... Yazık...