Kolay ölünen ülkem benim. Cenaze pazarında gözü dönmüş tüccarlar... Yetimlik, öksüzlük, yalnızlık kiloyla metreyle... Anneler gününe, çiçekli mezarlı ahmaklık haberleri. Elinde mikrofon, omzunda kamera koşturanlar... Hazır yanarken ortalık Ankara'da objektiflerin karşısında kravatını düzeltip "konuşma fırsatına" balıklama atlayan sazanlar... Vay memleketim benim... Onar onar ölünen... Ölenlere timsah gözyaşı döken memleketim benim. *** Para, oy, reyting... Koşun üstüne yangın yerinin... Söndürür gibi... Elinizde benzin bidonlarıyla... *** Deprem satarız biz ekranlarda... İrtica satarız... Yolsuzluk satarız. Ahlaksızlık satarız "ahlak" olup sırıtarak. Milletin gözünün içine baka baka... *** Çoğulcu diyen... Demokrasi diyen... Çağdaşlık diyen... Sülalesinde Çanakkale, Kore, Kıbrıs, Güneydoğu gazisi ve/veya şehidi bulunmayan nesilsiz/nesepsiz okumuş adamlar... Çağdaş, ayrıcalıklı, elit, halktan kopuk... Çoğulcu lafı ağzınızda tükürükleniyor konuşurken; hâlbuki azınlıksınız. Sosyal derken asosyal, demokrasi derken yalancısınız. Çağdaşlığınız irticanın ta kendisi. Siz gericisiniz. Batıdan kopuk, dünyadan bihaber, devrimin neredeyse yüz yılda eviremediği statükocular... Yobaz sizsiniz... *** Ezandan rahatsız olan... Gençleri soyundan ve inancından koparmak için parayı ve şehveti kullanan... İzole edilmiş lüks semtlerinde ve mekânlarında "salon ritüelleri" mahkûmları... Ama renkli ekranlardan ve renkli sütunlardan ve illaki karanlık odaların kuytu toplantılarından tüm ülkenin hâkimi zanneden kendilerini... Çağdaş/çoğulcu... Hücrelerine kadar karanlıkta kalmış son nesilsiniz. Biz onar onar ölürken, siz de gidiyorsunuz. Hayat bu, zaman geçiyor. Bu pazarda ticaret değişecek yolu yok. Doksan yaşında siyasete atılsanız da... Vaat ettiğiniz ama milletten esirgediğiniz müreffeh, özgür, adaletin kucağında huzurlu günler size rağmen gelecek.