Dedektif Dee'yi seyrederken yine "Ah bizim hikayelerimiz" damarım kabardı. Çin'in ilk kadın imparatorunun tahta geçmesi sırasında yaşananları anlatan Çin işi dedektif hikayesi baştan sona gerçeküstü motiflerin ilgi çekiciliğine dayanıyor. Filmi fantastik kısımlarından arındırarak realistik bir zemine oturtmaya çalışsak kupkuru bir hikaye kalır geriye; üstelik her türlü mimik ve jesti olduğundan daha da abartılı yansıtmayı iş edinen Çin Sineması kendi tarihinin ilginçliğine ve göz alıcılığına da ihanet ediyor. İnsan şöyle düşünmeden edemiyor: "Bu adamlar gündelik hayatlarında da akıllara seza bir masal dünyasının içinde yaşıyorlar. Bu derin ve fantastik uykudan bir türlü uyanamıyorlar." Neyse... Dedektif Dee neticede görselliğin Çincesinin teknolojiyle harmanlandığı enteresan bir film. Yeraltı dünyası, tılsımlar, alev topuna dönüşen insanlar ve olayları çözmeye çalışan bir dedektif... İmparatoriçenin boyanarak şekillendirilen kaşları, güzellik kavramının üzerinde uzlaşılması mümkün olmayan bir mesele olduğunun ispatı. "Ah bizim hikayelerimiz" içlenmem, Türk sinemasına baktığım zaman nasıl bir hazineye sahipken nasıl bir cimrilik sergilendiği sebebiyledir. Tarihimiz, Anadolu'ya olan yolculuğumuz başladığı andan, üç kıta yedi iklime ulaşan süper güç oluşumuza kadar binlerce "gerçek" hadise saklıyor senaristlerimiz için. Ve ulaştığımız o mutantan günlerden gerileyişimiz, çöküşümüz ve şimdi tekrar kendimize gelişimiz... Türkülerimizin altında yatan yaşanmış hikayelerin her birinden onlarca film çıkar. Her bölgemizin ayrı kahramanları, ayrı komikleri, ayrı gelenekleri ve aynı idealde birleşen veya aynı ideal için çatışan binlerce bakış açısı var. Dram, komedi, trajedi, polisiye... Ne ararsan... Biz aşkın milletiyiz üstelik ve yaşadığımız yer hep aşkın coğrafyası olmuş. Bu hazineyi tüketmek mümkün değil. Tükettin diyelim; Evliya Çelebi'nin hayal gücünün atraksiyonları gerçekleri fantezilerle soslayarak yeni ve eğlenceli bir hazine sunar... Damdan dama atlayan kedinin havada donup kalması, Garfield'ın başına gelmiş midir acaba? Teyyo Pehlivan'ın maceraları sinemaya yepyeni bir karakterdir; ister yaşadığı dönemde bırak, ister günümüze adapte et... Gerçi dizilerimiz bazen hakkını veriyor bu ilginçliklerimizin. Çocuklar Duymasın'daki Seyyar Tayyar'ın her nanenin kaşifi olduğu gibi... Fakat sinemamızı sahiplenen dimağlar, ne hikmetse, çağdaşlık ve entelektüellik adına hep "biz"e sırtını dönmüşler. Bizden kopuk olmayı tercih etmişler. İstiklal Caddesinden ibaret bir iç burkuntusuna esir olmuşuz.