Sene 1981'di... Tam İlmihal Seadet-i Ebediye ve Müjdeci Mektupların ciltlerinin yapıldığı departmanın amiriydi. "Aman ha kızdırma..." dediler. Herkesin birbirini muhabbetten kucaklamak için zor frenlediği bir yerde, bu ikazdan hiç de endişe etmedim. Herkes ona "Elmas Dede" diyordu. Müstesna bir dünürlük sebebiyle ayrıca hürmet ediyorduk. Onun akrabalık bağına fazla özenmişim demek ki; yıllar geçti torunuyla evlendim. Ekstradan "Dedem" oldu. Disiplin ve hizmet aşkıyla kızardı kızarsa eğer; hepsi o... Sonsuz bir dinlenmenin ve huzurun kucağına yol aldı. *** 1984 yazıydı. İşe başlamıştım. İlk teslim edildiğim amir oydu. Sessiz bir dağ gibiydi. Kendine usul usul çekiyordu. Fakat tatlı bir mesafe gidip kucaklamak için mani oluyordu. Evlendiğimde hediye ettiği çalar saat, evimin en eski ve en değerli eşyasıdır. "Sabah namazlarına kalktıkça bana da dua edersin" demişti. Herkes ona "Mahmut Amca" diyordu. "Amca"lığı hak eden bir otorite ve sahiplenmenin karışımıydı. Bir tükenmez kalemin bile israf olmaması için şartları zorlardı. O zamanlar Mahmut Amca'nın bu titizliğini anlayacak yaşta değildik. Ama bilirdik, bir derdimiz olsa anlatacak bir büyüğümüz vardı yakınımızda. Hastalandığını duyduğumda içim "cız" etti. Elmas Dedeyi yeni kaybetmiştik. Ethem Baba çoktan gitmişti. Allah'ın "veli" kulu, o bütün haytalıklarımıza sevgiyle yaklaşan, "adam" olalım diye bıkıp usanmadan anlatan naif insan Ethem Baba... Mahmut Amca da gidecekti demek ki... Bildiğimiz bir şeydi; kabullenmek istemediğimiz... Bir an o koca holding binası bomboş kalacakmış gibi hissettim. İçim "cız" etti. O sızıya alışamamıştım ki, "sevgili"lerinin yanına doğru çıktı yola. Biz bakakaldık ardından... *** Ailenin bütün dedeleri, babaları, amcaları birer birer gittiler; gidiyorlar... Ailenin bütün abileri sessiz bir olgunluk içinde "dua"ya durmuşlar... Ve ben büyümek istemiyorum.