Geçmişe olta sallamak...

A -
A +

Harem'i ve balık tuttuğum, olta sattığım Harem mendireğini yakıcı bir güneş altında ve kamyonlarla hatırlıyorum hep... Orası öyleydi işte... Limana giren çıkan kamyonların kaldırdığı toz ve güneş... Ne tutardık? İstavrit tabii çoğunlukla... At çapariyi, yakala... Zahmetsiz. Yemsiz... Orada öğrendim sabrın birinci dersini... Karışan misinayı çözmek için gösterdiğim gayret ve güneşin sıcağına esir olup, geçmeyi unutan zaman... Aslında olta satıcılığım da, olta malzemelerine merakımdan ortaya çıktı. Çok çeşit ve çok miktar olta taşıyınca, ister istemez satıcı da oluyorsun. Sonraları hoşuma gitti. Kâr marjı acayip yüksek. Sirkeci'den toptancıdan al, beş on misli fiyata sat... Ama gizli satıcıydım ben... Çantamın vaziyeti ve benim duruşum; satıcı olduğumu anlatmıyordu gelen geçene... Oranın müdavimleri bilirdi ve gösterirlerdi; - Şu çocukta vardır olta. Git ondan al... Aslında bir nevi amme hizmeti... Sen gel mendireğe, balık tutma keyfinin tam başında veya ortasında oltanı kopart veya taktır... Her şey yarım kalsın. Çok can sıkıcı bir durum tabii. Allahtan ben varım... Sessiz satıcı... İzmarit de çıkardı... Ona yemli olta lâzım. Yemli ve şamandıralı... Biraz zahmetli yani... Ama iricesi güzel olur. Yüzgeçleri batar, oltadan çıkarırken... Kıraça zamanı ayrı bir keyiftir... Ama beni büyüleyen ve o güneşin altına sürükleyen başka bir şey daha vardı adını ancak bugün koyabildiğim: Yalnızlık ve İstanbul... Mendireğin tam ucundan baktığınca... O geniş açı... Ellerimi iki yanıma açtığım zaman, tam göğsümde Sultanahmet, Ayasofya, Topkapı Sarayı... Kucaklardım İstanbul'u... İstanbul... Nesin sen? Dünyanın ve hayatın orta yeri... Her şeyin? Kaybettiğim ve bulmak istediğim... Korktuğum ve kaçtığım her şeyin olduğu yer... Aşkım... Mendireğin o ucu, kararsızlığın kavşağıydı benim için... Sevapları ve günahlarıyla, doğruları ve yanlışlarıyla, kalabalıkları ve yalnızlıklarıyla... Tezgahın üstünde İstanbul... Ve ben! Orada öylece zamanlar boyu beklemek... Bekleyişin kamuflajıydı balık tutmak aslında... Mezarlıkta korkudan ıslık çalan adamın hali... Ben balık tutar gözükürdüm, İstanbul'un beni tutmasını beklerken... Günün birinde birkaç kenar mahalle çocuğunun kopuk misinalardan ve abuk subuk malzemelerden uydurdukları oltalarla, benden çok balık tuttuklarını görünce bıraktım bu işleri... Anladım İstanbul'un tutmak değil, tutulmak istediğini... Lise yıllarında bir çocuktum; İstanbul'a sevdalı ve yalnız... Derdini Harem Mendireğinde demleyen...

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.