Rahmetli Tarık Buğra ölümünden kısa süre önce yaptığımız röportaj sırasında, Türkiye'nin çok tanınmış ve bol ödüllü bir yazarı için, önce yüzünü ekşitmiş, sonra mecbur kaldığı için söylüyormuşçasına bir sıkıntı içinde "Kardeşim, adamın romanlarında simitçiyle profesörün dil farkı yok... Bunlar edebiyatçı değil..." demişti... Ve ben kendisinin "Yağmur Beklerken" romanındaki karakterleri düşünmüştüm o an... Çok haklıydı... Doğru söylüyordu. Roman yazmak bir kere daha korkutmuştu beni... *** Şimdi adamın yediği naneye bakın! Türkiye'yi birbirine kattı. Kitaplarıyla mı? Hayır... Zaten kitaplarını anlayan yok... Kendisine daha yakın bulduğu ve yine kendi ifadesiyle yakında gidip şefkatli kollarına sığınacağı yabancıların huzurunda Türkiye'ye dil uzatarak... Bunun adı ne? Dünya çapındaki (!) romancımızın, Türkiye'nin meselelerine aydın yaklaşımı mı? Aslında tartışmamız gereken şu: Tamam, düşünce özgürlüğü çok güzel... Ama kardeşim, tarihî bir meseleyi hiç olmazsa tarihçilere bırak!.. Veya en azından tam da bu konuda Türkiye yıllardır biriken ihmalleri silip süpürürcesine sağlam çalışmalarla ortaya çıkmışken... Yiyeceğin herzeyi ertele... Üstelik söyledikleri doğru da değil... O zaman kim bu adam ve pazarlayıcılarının maksadı ne? Ve bu yapılan, Türkiye'nin geleceğine zamanlaması son derece mükemmel bir sabotajdan başka ne olabilir? *** Ya biz meseleleri yanlış anlıyoruz... Ya da özellikle tersini yapmak gibi bir alışkanlığımız var... Yıllarca sanatın ve edebiyatın yükselmesi için "pazarlanması" gerektiğini düşündük ve söyledik ama... Şimdi yapılan sanat ve edebiyatın pazarlanması değil, bizatihi sanatçı ve edebiyatçının pazarlanmasıdır... Onun için aşkları, ilişkileri, ilgili-ilgisiz beyanatları, sanatlarının ve edebiyatlarının önüne geçiyor. Adamı meşhur ediyoruz... Kötü kitapları medya gazıyla yüz binlerce satıyor... Halbuki kitabı pazarlamalıyız... Çünkü kitap anlaşılırsa, yazarını da pazarlar... Sonra o yazarı beğenen olur, sevmeyen olur... O ayrı... Çünkü beğenip beğenmemek başka şey, anlayıp anlamamak başka şey... Vahamet buradadır... Bu ayrımı yapabilirsek... O zaman gerçek okuyucunun sayısı artar... O zaman bütün bir millet, "Bu adam ne demek istiyor?" diye göbeğini çatlatmaz... Kağıda velhasıl ağaçlara yazık olmaz... Türkiye'ye yazık olmaz...