Şimdi şaşırma vakti değil... En çok bildiğimiz... Düşündüğümüz... Unuttuğumuz... Bazen bilerek unuttuğumuz... Korktuğumuz... Çoğu zaman korkumuzu umursamadığımız... Ölüm... *** Ölümle karşı karşıya iken şimdi... Şimdi şaşırma vakti değil... *** Çünkü şaşırmanın anlamı yok... Anlamsızlığı biçimlendirip sabırla ve sabırsızlıkla... Sonra anlamlı bir hissediş beklemek bu son için... Ne söylenebilir, derin bir hüznü yudumlamaktan başka... HHH Ölümün vakti... Vakitsizliğin veya... *** Merkezi bir caminin musalla taşına bakan çalışma odamın penceresinden uğurladıklarım hiç şaşırtmamıştı; biraz hüzün ve biraz korku dışında... Gidenler için, tepinip durduğumuz Avrupa Birliği'nin, Kıbrıs'ın, Büyük Ortadoğu Projesinin, muhtemel İstanbul depreminin, enflasyonun, bir dolu boşuna üzüntünün ve boşuna sevincin hiçbir anlamı kalmıyordu... Ve kalanlar... Yani biz... Bu anlamsızlıkta, anlam aramaya devam ediyorduk gidenleri unutup... Unutup... Ölümü unutup... *** O ilanlar her gün yayınlanıyor gazetelerde... Göz ucuyla bakıyoruz her gün... Savaş haberlerine baktığımız gibi... Bombalar bizim tepemize düşmediği sürece problem yok! Trafik kazaları haberleri gibi... Çoğu zaten başka şehirlerde... Vefat ve başsağlığı ilanları... Tanımıyoruz hiçbirini... Sorun yok! *** Şimdi şaşırma vakti değil... Değil ama insanız... Herkes gibi... Bomba tepemize düştüğü zaman... O ilandaki isim gibi... Şaşırmak bile tarif edemezdi halimizi... Bir zaman beraber çalıştığımız, sonrasında Tarih ve Düşünce'de mütebessim ve pozitif duruşuyla sohbetimize ümit katan gencecik Ümit Aktaş, çekip gidivermişti aramızdan ve gazete ilanıyla "ölüm"ü hatırlatıyordu... Giden "sevgili" olunca... Biz, en çok bildiğimiz şeye, bize ait olan bir şeye, şaşırıyorduk...