Beş yeni filmle haftaya başlıyoruz. Bayramın kana bulandığı sıkıntılı ve üzüntülü bir haftanın sonunda, size nefes aldıracak bir film öneremiyorum. Korku, gerilim, savaş filmleri ve ahlaksızlığın temize çekildiği sosyal içerikli yapımlar. Ne Aziz Nicolas'ın çocuk kaçırmaları ve öldürüldükten sonra ruhunun intikam almaya gelmesi, ne ana- kızın yeni taşındığı evde yaşadığı acayiplikler... Ne Reis Çelik'in Lal Gece'sinde çocuk gelinlerin dramı... Ne de 1937 Japonya- Çin Savaşını konu alan "Savaşın Çiçekleri"nde rahibelerle hayat kadınları arasında savaştan korunmaya çalışan papazın hikayesi... "Yazarımız izinde olduğundan bu haftaki yazısını yayınlayamıyoruz" notu veya son anda gelen tam sayfa bir ilanın sinema sayfasını katletmesi ne kadar masum olurdu bu hafta. Sinema elbette farklı ilgi ve zevklere hitap ediyor/ edecektir de... Ama korku ve gerilimde bile insan en azından esaslı bir hikâye, zekaya dayalı bir anaforda ustaca üretilmiş ürkütücülükler arıyor. Yoksa sinemanın görüntü ve ses imkânlarıyla üretilmiş korku motiflerinin üzerine hikaye oluşturmak kolaycılık ve ucuza kaçmak. Veya belli tarzlara odaklanmış seyirciyi sömürmek. Arızi birtakım olayların ve ahlak dışı zorlamaların adeta genellenerek ve hiçbir sosyal faydaya sebep olmayacak şekilde ajite edilmesi ise başka bir kolaycılık: "Bakın ben hiç anlatılmayanı gündeme getiriyorum!" Tabii yerseniz... (Bir dönemin ideolojik köy filmlerinden mi bahsetmeliyiz tam da burada... Neyse...) Geçen hafta Slyvester Stallone'yi bütün ihtiyarları aynı sepete tıkıştırmış diye eleştirmiştim. Fakat ihtiyarların sevenleri yüzlerini kara çıkarmadı. Yüz bine yakın hafta sonu seyircisi hiç de fena değil... Bu haftaki beş filmin açılış rakamlarını şimdiden merak ediyorum. Bakalım beş filmin toplamı ihtiyarlara yetişebilecek mi? Bekleyip göreceğiz...