Bir kez daha beyinlerimize zehirli çivi gibi çakıldı ki, en büyük korkumuz sevdiklerimize ve inandıklarımıza karşı taşıdığımız şüphe ve endişelerdir. Tuncay Özkan istediği kadar kendisini savunsun ve haklı olduğu birçok nokta da vardır ama peşine taktığı yığınlar bir "kandırılmışlık" duygusu içindedir. Ne yazık ki, kimin neyi ne kadar sevdiği ve sevdiği için neler yapabileceği konusu hemen anlaşılabilecek bir şey değildir. Kimi zaman iyi izole edilmiş ihanetler tarihin derin karanlıklarında keşfedilmeyi bekler. Bir kısmı tarafların yaşadığı zaman, bir kısmı da belki bir nesil sonra ortaya çıkar. Halbuki sevmek ne büyük bir özgürlüktür ve güven duygusudur. Çünkü hepimizin başımızı yaslayacağı bir inanç kucağına ihtiyacı vardır. Huzur ordadır. İnanmakta... Bir inancın, bir davanın parçası olmakta... Ve fakat o tatlı huzur uykusu bölünür bazen... İnsan o tatlı uykudan başını kaldırdığı zaman, şüphe ve endişelerin ıstırabıyla kendisini bile sorgular. Hoş sorgulamakta ve sorgulanmakta her zaman gerçeğe bir adım daha yaklaşma şansı vardır ve iyidir. Ama şimdi... Her şeyi sorgulamak ve herkesi samimiyet testinden geçirip zaman kaybetmek için lüksümüz yok. Evliliğe, evliliğe giden yolda flörte ve evliliksiz flörte dair duygularımı mahfuz tutuyorum. Ancak millet olarak acil bir flört atmosferine ihtiyacımız var. Flört ki, tarafların olası bütün kusurlarını unutturan, göstermeyen, yok eden bir uyuşturucudur. Güzelliğe, kabul edilebilirliğe kilitlenirsiniz sadece. Ve bu flörtten milletçe bir aşk beklemeliyiz. Hani, aradaki kan davasına rağmen aşkları için dağ taş kaçıp huzur arayan delikanlılar olur ya bazen... "Bırak Türk filmi senaryosu yazmayı şimdi" demeyin. Tam da vaktidir. Mesela Baykal'ın bu milletin gerçekten menfaati için yapacağı bir şey, taşıdığı bir duygu yok mudur? Bulup tam o tarafını alkışlayalım. İktidar olabilmesi için önce tarihe geçecek olgunlukta ve yararlılıkta bir muhalefet yapması gerektiğine inandıralım. Buna niyetlenirse ya gerçekten yapar, ya da gerçekten birisi yapsın diye çekilir kenara. Sürekli dayak yemek insanı dayak arsızı yapar. Gölgesi olmayan bir inat ağacına çevirir. Şu dumansız hayat için çektirilen fotoğraflardaki sevimliliğe bakın. Küçücük bir ortak değer işte. Herkes bir araya gelmiş... Şimdi saçma sapan olduğuna bakmadan, hızlı bir şekilde ortak değerler üretmeli ve hatırlamalı, bulunduğumuz ve bilendiğimiz kamplardan "Türkiye'nin Geleceği" kampına doğru yürümeliyiz. Sadece bir şüphemiz olsun ve bir samimiyet testimiz... Tek tek herkes için uygulayalım. "Türkiye için kanının son damlasına kadar var mısın?" Bunu "evet" diyecek insanların birbirleri için mutlaka çok geniş tahammülleri olmalıdır. *** Algılama zorluğu çekenler için küçük bir izahat: Bu bir tatil yazısıdır. Ege ile Akdeniz'in kesiştiği noktada. Oksijen bol. Sinirler rehavet içinde. İnsan iyi şeyler hayal ediyor. Ne yapayım?