Yolumuz yoktu. Yani hareket kabiliyetimiz... Telefonumuz bile yoktu. Dünyadan habersiz, tek kanalda neyi gösteriyorlarsa seyrediyorduk. Ruhumuza enjekte edilen korkuyla da, genlerimizde olan tevekküle sığınıp tam da onların istedikleri gibi, sürü gibi yaşıyorduk. Onların aksine, dünyadan beklentimiz azıcık huzurdu ve bununla oyalanıyorduk. *** Düzene çomak sokanları astılar, kestiler, zehirlediler, "olağan trafik kazaları" marifetiyle aldılar aramızdan. Öldürürken, ölümlü olduklarını unuttular sanki; zamanın hükmünü süreceğini, tarihin şaşmadan kayıt tutacağını... Unuttular... *** Durumu kabullenmekte zorlandıkça, küstahlıkları artıyor. Artık sinirlerine de hakim değiller. Bir çığ koptu zirvelerden, hızla geliyor büyüyerek, önünde durmak çok zor. Eskiden kesilecek tek kablo vardı ve bir kez bağırıp sindirmek yetiyordu. Şimdi kablosuz iletişim halinde bu millet; manzara apaçık ortada. Birbirine küstürülen, kırdırılan, uzaklaştırılan gönüller "özgürlük" arzusu paydasında buluşuyor. Küstahlığın karşısında "kandırılmışlık" öfkesi büyüyor; bu sefer onların kalbine korku salarak. Artık sinirlerine de hakim değiller. *** Uzlaşacak bir şey yok. Pazarlık masası da. Taraflardan biri akıllanmak, özür dilemek, af dilemek makamında şimdi... Ve ders çıkarmak. Zaman hükmünü sürüyor çünkü. Yolsuz köyler çoktan birbirine bağlandı; konuşamayan, görüşemeyen insanlar "kablosuz iletişim halinde" gönül hattından... Kandırılmışlık duygusu, üç kıta yedi iklimin "huzur" formülünü koydu önümüze tekrar. Biz şimdi "biz" olup, "özgürlük hırsızlarının" fotoğrafını çektik. Onların bize çektirdiklerinden daha çok ve net. Çığ zirveden kopalı çok oldu. İnat eden altında kalacak... *** Hayır... Maalesef... Milleti kapatacak bir mahkeme yok. Boşuna aranmayın...