Bir elimde kocaman bir demir para vardı; iki buçuk lira... Diğerinde bir gazoz kapağı... Şimdi kocaman bir bulvarın ikiye böldüğü, depremin bütün "hatıra" evleri yerle bir ettiği ve çocukluğumda bana upuzun gelen sokağımızda yürüyordum. Sabahtı... Sessizdi... Arka sokağın hemen başındaki Demir Bakkal'a gidiyordum. Bir an durup avucumdaki gazoz kapağını fırlatmak geldi içimden. Hemen sağımdaki evin bahçesine doğru attım. Ve o anda başımdan aşağı kaynar sular döküldü. Çünkü gazoz kapağını değil, iki buçuk lirayı fırlatmıştım... Bahçe kapısı kapalıydı. Bahçenin tam ortasında yerde duruyordu demir para... Ama içeri girmeye çekiniyordum. Çünkü sık görüştüğümüz, samimiyetimiz olan bir ailenin evi değildi. Ve ben o bahçeye hiç girmemiştim. Orada bana asırlar gibi gelen dakikalar boyu, korku ve endişeyle ne yapacağımı bilemez halde bekledim. Para oradaydı işte. Ama alamıyordum. Hatırladığım en aklı başında ilk hatalarımdan biriydi... Bir anlık gaflet ve sonrası pişmanlık ve korku... Böyle bir hata nasıl yapılabilirdi? Sıktığım avucumda gazoz kapağının tırtıklı kenarları elimi acıtmaya başlamıştı; neden sonra farkına vardım. Derken sütçü geldi. Tanıdığım sütçü... Yardımını istedim. Güldü. Ve halletti. *** Zaman geçince hatalara karşı refleksi değişiyor insanın. Korku ve endişeyi bir kenara koyup... "Sebep"leri düşünmeye başlıyorsunuz hemen. Ve buluyorsunuz. -Evet. Bu yaptığım hata... Ama durup dururken yapmadım ya... Sebebi var! Böyle düşünüyor insan çünkü, hatayı tamir için yanınızda beliriverecek "tanıdık sima"lar azalıyor. Müşfik simalar... Sonra... Hatanın kendisinden korkmuyorsunuz da... Hatanın anlaşılmasından korkar hale geliyorsunuz. Hoşgörü ve merhametin hâkim olmadığı iklimlerde, sebeplerle uğraşmanın ikiyüzlülüğü yoruyor... *** Allah'tan... Unutarak yiyip içtiğinizde orucunuz bozulmuyor... Çünkü Allah affediyor...