Neden İstanbul?

A -
A +

Evet itiraf ediyorum; İstanbulsuz olmaz... Ama, ne kadar seviyorsam, o kadar didişme halindeyim. Sanki İstanbul isteseydi, bugün yüreğimi burkan birçok çirkinliğe mani olabilirdi gibi bir his içindeyim... Bütün haşmeti, mehabeti, sırları ve zenginliğinin yanı sıra, bir umursamazlık ve boş vermişlik seziyorum İstanbul'da... Eteklerini toplayıp Boğazın kenarına uzanmış ve kıyameti bekleyen, yorgun bir savaşçı gibi... Kimi zaman uykuda... Kimi zaman kısık gözleriyle, ahir zamanı temaşa ediyor... Halbuki yaşı, yaşadıkları ve ilmiyle "hizaya getirici" bir fonksiyonu olmalıydı gibi bir garip suçlama içinde oluyorum bazen... Bazen suratına "Niye pes ettin" diye bağırasım geliyor... Ve bazen mahçup âşıklar gibi, el ele tutuşmaya utanıp, yan yana yürüyoruz bıkıp usanmadan... Kimi zaman da bir parkta iki ayrı banka karşılıklı oturmuş, uzaktan laflıyoruz emekliler gibi... Sonra ben kendime dönüyorum... O uzanmaya devam ediyor iki kıt'a arasında... ..... Ben İstanbul'a gelmeseydim, gördüklerimin onda biriyle yetinmek zorunda kalan bir taşralı olacaktım... Bunu düşünürüm zaman zaman... Ve ama İstanbul'a gelmeseydim? ..... Bazen şöyle bir sonuca varıyorum: Bu anlamsız bir sorudur. İnsanın kendini ve hayatını çok fazla ciddiye almasının sonucu... Gözle görülemeyen mikropla, insan büyüklüğünün birbirine mukayesesi, insanla dünyanın birbirine mukayesesine eşit derler. Dünya ile güneş sisteminin mukayesesi gibi... Güneş sistemiyle, Samanyolu nebulasının birbirine mukayesesi gibi... İnsanla Samanyolu'nu kıyaslayın o zaman... İnsan, kâinatın orta yerinde bir noktacık bile değil hacmiyle... O noktacıklardan biri ama İstanbul'da olmuş... Ama başka yerde... Ama İstanbul'da ölmüş... Ama başka yerde... De... İşin bir "ama" tarafı var... Zihin sükunet bulduğunda, bütün kâinatı kuşatma şevkine bürünmesine denk bir "ama" durağı... "Hiçbir yere sığmam, kulumun kalbine sığarım" buyuran Yaratıcımızın bize yüklediği değer, o noktacık hacmi, atom çekirdeğinin patladığı zaman çıkardığı enerjiye denk bir büyüklüğe kavuşturuyor. "Yok"um duygusuyla, "kâinatı yakar, yıkarım" duygusu arasında bocalıyor insan... Uzun ve yorucu bir git-gel bu... Karıncanın "yolunda ölürüm" esprisindeki büyüklük nasıl ki bütün büyüklükleri potasında eritir... Eritir, çünkü gücünü Kâinatın Sahibi'nden alır... Ve insan bazen "ben neden varım" sorusunun cevabını hatırlar... Noktacık kâinata sığmaz o zaman... Ve bizim maceramızın sebebi budur... Sığmayız... İstanbul'a da sığmayız... Hem âşık olur, hem küseriz sonra... ..... "İstanbul'a gelmeseydim" düşüncemin cevabı ortada kaldı aslında... Herkesin âşık olduğu şehre benim aşkım -bizim aşkımız- herkesin âşık olma sebebinden midir? Hayır... Bizimkisi bir coğrafya aşkı olamaz... Herkes âşık diye, mahallenin en güzel kızına âşık olma aptallığı da olamaz... "...elbette fethedilecektir..." buyruğunda yatar çarpıldığımız sır... Burası gösterilmiştir... Ve bir kere daha fethedilebilir... ..... O zaman, ihtimaldir ki, "İstanbul'a gelmeseydim..." de, bu aşk, bir şekilde tüterdi yüreğimde... ..... "Ve bir kere daha fethedilebilir" gerçeği, yazıyor-okuyor, sancılanıyor oluşumuzun sebebidir hâlâ...

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.