İnsanın yaptığı işle bu kadar meselesi olması, birçok açıdan iyi olabilir ama yıpratıcı olduğunu da kabul etmek gerekir. Gazetecilik... (Yazılı, sesli, görüntülü... Fark etmez...) Hani "sonradan olunmaz" ancak "doğulur" diyerek aptalca kutsadığımız... Neticede bir iş ve meslek; gazetecilik... *** Marmara'da orta büyüklükte bir deprem oldu... Ve biz "mal" bulduk: "Büyük depremin habercisi!" Bu basit ve hep tekrarlanan bir örnek... Ergenekon, şike, ekonomik kriz, terör... Ne geliyorsa aklınıza... "Haber vermek" olgusu bizde "zorlayarak ve kanırtarak haber vermek" olarak şekil değiştirdi maalesef... İnsan onuruna, insan hassasiyetine, ülke meselesine, millet menfaatine aldırış etmeden güya, sözüm ona "habercilik" adını uydurduğumuz "felaket tellallığını" ve "tıynetsizliği", ayrıcalıklı bir iş olarak üstelik pazarlayıp duruyoruz. *** Ne acı! Biz bundan geçiniyoruz... *** Bazılarımız sanki her gün patır patır insan ölse, orası burası bilmem kaç şiddetinde sallansa, takımlar üçer beşer küme düşürülse, siyasetçiler kürsüye çıkarken ayağı takılıp yuvarlansa, filanca sanatçı rezilce uyuşturucu krizine girse kına yakıp oynayacak... "Sorumlu" davranmak, milletin ve devletin menfaatini düşünmek, itidalli ve sakinleştirici olmak sanki bu mesleğin genlerine tersmiş gibi bir azgınlık ve gözü dönmüşlük! *** Televizyonculuk maalesef mesleği yakasından tutup iyice aşağı çekti. Magazin ve spor programlarına bakınız. Zaten biliyorsunuz. "Sosyal medya"nın maymunları her gün haber. Spor programlarındaki tartışmalar hele "hamakat" performansı yarışması gibi. Başınız gürültüyü götürüyorsa ne âlâ... *** Her an sormak durumundayız hâlbuki "Önce neyim?" diye ve her seferinde habere konu olanın yerine kendimizi koymak durumundayız. "Empati" mi diyorlardı?