"Ciğerimden kalemime kan çekerek..." diyor ya Üstad... Anlamaya çalışıyorum... O hitabeyi aşkla ve şevkle okuyup, anlamakta hiç zorlanmadığımız yılları düşünüyorum... Ve şimdiyi... Sonra yutkunup... Anlamaya çalışıyorum... İki şey var canımı sıkan: İlki dün ve bugün arasındaki derin fark... Heyecan ve hedefe kilitlenmişlik farkı... İkincisi, bir dönemi çok geride kalmış gibi hissetmek epey yaşlı olmayı gerektirir ama... Ama neler oluyor? Ve ben adını koyamadığım için ilaveten gayret gösterip anlamaya çalışıyorum... *** "Ciğerimden kalemime kan çekerek..." Üstadı, ses tonunu ve üslubunu onun ciğerinden gelen haykırışına benzetip taklit ederek anmak neye yarar? Anlamadıktan sonra... Fakat ben belki anlarım ümidiyle, tekrarlayıp duruyorum; "... ciğerimden kalemime kan çekerek, yırtındığım, kıvrandığım ve zindanlarda çürüdüğüm bu gençlik karşısında, uykusuz, susuz, ekmeksiz başımı secdeye mıhlayıp bir ömür Allah'a hamd etme makamındayım." Değişmek mi? Gelişmek mi? Peki hangisi unutmayı masum kılar? Ve sen üstadım, hangi çağdan sesleniyorsun da, sesin ve söylediklerin bu kadar tanıdıkken, şimdi anlamakta zorluk çekiyorum? *** Uğrunda ölünecek bir dava olacak önce... Sonra ciğer... Ve asil bir kan... Ve o asalet, sesine, söylediğine ve dahi satırlarına yansıyacak... Necip Fazıl olmak için... Yani dava adamı... *** Diyor ki Üstad devamında; "Genç adam! Bundan böyle senden beklediğim, manevi babanın tabutunu musalla taşına, Anadolu kıtası büyüklüğündeki dava taşını da gediğine koymandır." Üstadın "başımı secdeye mıhlayıp bir ömür Allah'a hamd etme makamındayım" diye övdüğü gençlik, vefatında manevi babasına hürmetini gösterdi... De... İş dava taşını gediğine koymaya gelince... Taş mı ağır geldi? Gedik mi kayboldu? Orası meçhul... *** Meçhul olmayan, davayı, "ciğerinden kalemine kan çekecek" kadar heyecan ve fedakârlıkla sahiplenecek insanların azlığı... Onun için giderek grileşiyor tablo ve buna "çağa ayak uydurmak" deniyor... Ve onun için anlamak zorlaşıyor her şeyi...